Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime…

Yaklaşık beş gün evvel açtım ‘depremyazı’ dosyasını. niyetim, Van depremi üzerinden birazcık cinsiyete duyarlı afet yönetimi konusunda karalamaktı. depremin neden kırılgan kesimleri daha çok vurduğundan (azınlıklar ve de kürtler) ve bu kırılgan kesimler içerisinde yer alan kadınları ve çocukları neden daha fazla etkilediği üzerine yazmak…
Sonra kocaeli depreminin ardından kocaeli üniversitesi’nden bir araştırma görevlisinin yaptığı alan araştırmasının sonuçlarından örnekler toparladım. örneklerle anlatırsam derdimi daha iyi anlaşılır diye.
‘Zarife 39 yaşında. deprem sonrasında ailesi ile birlikte sokağa fırladığında yaşadıklarını anlatıyor: “bir gün önce regl olmuştum. sokağa çıktığımda habire arkamı kontrol ediyordum. pijamalarım lekelenmeye başlamıştı. ne yapacağımı şaşırdım. gün ışır ışımaz eve girmeye karar verdim. evimiz beşinci katta. ama çıkmak zorunda idim. artçılar devam ederken eve girmeye karar verdim. hayatımda bu kadar korkmamıştım. bacaklarımın titremesine engel olamıyordum. titreye titreye eve çıktım. evin içi savaş alanı gibiydi. tüm eşyalar yıkılmıştı. aradığımı bulmak zaman aldı. pedleri buldum, tuvalete girdim. korkuyordum. sallantılar devam ediyordu. işim bitince merdivenlerden nasıl indiğimi hatırlamıyorum bile. komşu kadınlardan birçoğu korkudan regl olmuş meğer. pedleri dağıttım. ama nasıl değiştireceklerdi? erkekler rahattı. tuvaleti gelen bir duvar dibi ya da ağaç dibine gidiyordu. biz ise…’
Bina yan yatınca
Ahmet 45 yaşlarında tersane işçisi. hava çok sıcak olduğu için çıplak yatmış yatağa. sarsıntılar başladığında kalkmak istemiş ama kalkamamış. bina bir anda yan yatmaya başladığında ahmet beşinci kattaki evinin penceresinden yandaki apartmanın yatak odasına yuvarlanmış. bir anda kendini komşusu sevil’in yatağında bulmuş. sonrasında sevil hep kendini aklamaya çalışmış. “ahmet ne arıyordu sevil’in yatağında?“, “utanmaz kadın kocası vardiyadayken aşığını almış evine“. konuşmalar çok uzun süre devam etti. ahmet “yok bir şey aramızda” dese de sevil için hayat giderek zorlaştı. eşi onu dışarı dahi salmaz olmuştu’
Rahatlamak adına
Evlerinden fırlayan insanlar açık alanda sabahlamaya karar verdiler. tek katlı evlerden getirilen yatak ve battaniyelere girdiler. aileler birbirine sıkıca kenetlenmiş gibi, sarılmışlar birbirlerine. 35 yaşındaki senay ise kocasına bağırıyor, tersliyor. yaşlı kadın anlayamıyor. “neden bağırıyor ki? insan bu zamanda birbirine destek olur. köpek gibi kavga edilmez ki” diye düşünürken senay yaklaşıyor yanına; “ne yapacağımı şaşırdım mevlüde teyze. yanında kalayım. yoksa boğacağım kocamı. ya battaniyenin altında beni rahat bırakmıyor. strese girmişmiş… rahatlamak istiyormuş. olur mu ya? bu kadar kişinin arasında, üzerimizde dam yokken, sokakta. benden istediğine bak sen. azmış adam ya…” ağlıyordu senay. gitmedi gün ışıyana kadar kocasının yanına. gün ışıdığında da hemen terk ettiler orayı, istanbul’a gittiler.
Sarhoşluk bahanesi
Hatice yalnız yaşayan bir kadın… evi yıkılınca o da çadırkente yerleştiriliyor. çocukları ile kalıyor. eşi depremden önce vefat etmiş. onun cesareti konuşuluyor çadırkentte. “cesaretli kadınmış. ben yapamazdım” diyen kadın gecenin bir yarısı çadırkentte yaşanan olayları anlatıyor: “kadın yalnız. çadırına giren adamı bıçaklamış. ben yapamazdım. helal olsun kadına. adam kafayı çekmiş, girmiş çadıra. tecavüz etmek istemiş. kadın meğer yastığının altında bıçak saklarmış. herif saldırınca bıçakla yaralamış. sonra da polise teslim etmiş. kadın başına yalnız kalmak zor burada… karanlık üstelik. adam “yanlışlıkla girdim” demiş ama polis inanmamış. “sarhoştum. yanlışlıkla girdim. kendi çadırım sandım falan” demiş. “kendi çadırı öbür tarafta… hem niye içiyorsun ki. içme. kadın kendini korudu diye ceza almadı…”
Bu coğrafyada kadın olmak, başlı başına bir yük zaten
Bu örnekler, o dönem kocaeli’nde kadınların yaşadıklarının çok azı. ve örneklerden de anlaşılacağı üzere depremlerde kadınlar ve kız çocukları sırf cinsiyetleri yüzünden çok farklı sorunlar yaşayabiliyorlar. erkek çocuklar buldukları her duvarın dibine işeyebiliyorlar ama kız çocukları bunu yapamıyor. bu yüzden de deprem alanlarında tuvalet gereksinimi çok önemli. ya da adet gören kadınlar için ped, iç çamaşırı ihtiyacı; kişisel bakımlarını yapabilecekleri alanlar çok önemli. ama kadınlar ve de kız çocukları daha deprem anında bile kadın olmaktan kaynaklı farklı yaşıyorlar her şeyi.
Ezkaza çıplak yattılarsa ya da gecelikle, mutlaka giyinmeleri gerektiğini düşünüyorlar. ya da ‘kutsal annelik’ görevi gereği kendi canlarının bir önemi kalmıyor. önce ‘iyi anne, fedakâr anne’ olmak adına canlarını tehlikeye atıp çocuklarını kurtarmaya çalışıyorlar. bu cümleden lütfen “önce kendi canlarını mı kurtarsınlar, çocuklarının yüzüne bakmasınlar mı yani?” anlamı çıkarmayın. ben kadınlara yüklenen annelik ve kadınlık rollerinin onlarda yaratığı ruh hallerinden bahsediyorum.
Kimin yardımı kimden esirgeniyor
Neyse yazının başına döner isek niyetim bu konuda bir yazı karalamaktı ama bir türlü yazamadım. öylece kaldı. sonra günlerce sosyal medyadan, ana akım medyadan, alternatif medyadan van’da olanları izledim. ve elbette ki birebir oraya giden tanıdıklarımdan… ortada somut bir durum vardı ve hala da var.
Van valisi bildiğimiz ırkçı idi ve kürtler’den nefret ediyordu. dolayısıyla da halkın gönderdiği onca yardıma van valiliği daha şehrin girişinde el koyuyordu. ortadaki diğer somut durum ise türk kızılayı’nın – faşizan kokularıyla bu isim beni hep rahatsız etmiştir – bir halta yaramadığıdır. ellerinde erzak, çadır, tuvalet, para, insan bulunmamaktadır. mevzuu kürtler olunca ise bulunan da kullanılmamaktadır. üçüncü somut durumumuz ise mevcut hükümetin tüm bakanlarıyla ve kurumlarıyla çuvalladığıdır.
Bakanının biri çıktı “dışarıdan gelen yardımları kabul etmedik, çünkü potansiyelimizi görmek istedik” dedi. daha ne denir ki bu cümleye? öbürü çıktı “deprem vergisi adı altında toplanan paralarla duble yollar yapıldı” dedi. beriki “maliye bakanı cebine mi attı kardeşim paraları?” diye güya retorik bir soru sorarken öbürü çıkıp yüzümüze bakan yüzü hiç kızarmadan “aslında deprem vergisi diye bir şey hiç yoktu” dedi. en başlarındaki – ki kendisi halkı dışında her bir şeye bakar – başbakan da “orada yeni bir kent yapacağız” dedi. oradaki yerel yönetim muhatabı değilmiş gibi, van depremi değerlendirme toplantısına katılan van belediyesi yöneticilerini toplantıdan kovdu. “evet, biraz başarısız olduk” deyip yine o çok bildik tehditkâr üslubuna devam etti. tabii tüm bunların bir diğer tarafı da van’a gönderdiği kolilerin içine taş, sopa, türk bayrağı koyan insanlıktan nasibini alamamış faşist, ırkçı taraf. ve onları daha da gazlayan müge anlı gibi popüler kültür ‘bebekleri’…
Her duygunun sonu düş kırıklığına çıkar bu ülkede
Her sabah gazetelere bakıyorum ve içime düşen ilk duygu, “bu memleketin her bir şeysi saçma sapan. neresinden tutsan elinde kalıyor”un kırıklığı. bir tarafta, şahsen de tanıdığım, birçok ortamda birlikte bulunduğum çok sevgili akademisyen prof. büşra ersanlı’nın kck davasından gözaltına alınması.
Sonra mardin’de 28 kişinin tecavüzüne uğrayan 13 yaşındaki kız çocuğunun davası… yerel mahkemeden çıkan “kendi rızası ile birlikte olmuştur” gibi insanlık dışı, hukuk dışı kararı onaylayan bir yargıtay…
Altındaki haber boşandığı eşinden şiddet gördüğü için, sonuncusu üç ay önce olmak üzere toplam üç defa savcılığa suç duyurusunda bulunan ve koruma talep eden kadının evine, kadın kocası tarafından öldürüldükten üç ay sonra “kadını korumak amacıyla” polis gönderildiğini yazıyor… insanlar ölüyor, türk adaleti durmuyor kardeş…
            Van’da soğuktan, açlıkta, ishalden, çadırsızlıktan çocuklar ölmeye devam ediyor. aslında bugün basında yansıyan ölü sayısının ne kadar komik olduğunu biliyor musunuz? daha ilk gün bir hastanede yaklaşık 310 kişinin ölüm onamını sadece bir doktorun imzaladığından haberdar mısınız?Dedim ya, bu ülkenin neresinden tutsanız elinizde kalıyor. anlamaya akıl, anlatmaya kelimeler yetmiyor…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.