İşgal altında mıydık?

Ülkemizin haline bakın.
Yangın yeri mi?
Sel felaketine mi uğradık?
Büyük bir deprem her yeri baştan başa yıktı geçti mi?
Çekirge istilasına mı uğradık?
Böyle bir yıkımı açıklayabilecek bir afet hangisidir?
Ekonomik yıkımı artık zaten saymıyoruz. Yoksulluğu, işsizliği, kadın cinayetlerini, çocuk ölümlerini, terörü, trafik ışıklarında dilenen çocukları, kaldırımlara düşen kadınları, üniversite kapılarında yığılan milyonları, atanamayan öğretmenleri artık unuttuk.
Yolsuzluk nedeniyle hapse düşen bakan çocukları, ucu bakanlara, Başbakan’a varan soruşturmalar, evlerde ayakkabı kutularındaki dolarlar, yatak odalarındaki kasalar ve para sayma makineleri, kaçak bakan bacanakları, Sağlık Bakanlığını dolandıran Bakan yakınları, 2 yılda 18 kez yurt dışı tatili yapabilen, tatile gözaltına aldığı işadamlarının parasıyla giden savcılar, bu savcıların yıllardır sahte delillerle cezaevinde tuttuğu generaller, rektörler, aydınlar, gazeteciler, milletvekilleri…
Ülkemizi “savaş suçlusu” olarak yargılatabilecek girişimler, komşumuza silahlı çeteleri sokmak, bu çeteleri beslemek, tedavisini yapmak, TIR’larla silah ve mühimmat sevki etmek, uyuşturucu şüphesiyle yakalanan silah yüklü TIR’ları aratmamak için MİT ile Jandarmanın birbirine girmesi, Türk Silahlı Kuvvetlerine ait cephane yüklü kamyonların yollarda polis tarafından çevrilmesi, çetelere silah taşıyan TIR’ların aranamaması, TSK’nın Kozmik Odasının aranabilmesi…
Hapiste tutulabilmek için en büyük suçun Başbakan gelince ayağa kalkmamak, hapse girebilmek için en büyük nedenin Başbakan’a ayakkabı kutusu göstermek olduğu güzel ülkem…
Ucu Başbakan , bakan çocuklarına dayansa da soruşturma yapan savcıları görünce sevinsem mi? Bu savcıların ülkeyi kanser gibi saran ve adına “paralel devlet” denilen bir gizli örgüt üyesi olduğunu yetkililerin ağzından duyunca üzülsem mi? Bu savcıların ve arkalarındaki polis şeflerinin görevden alınmalarını görünce sevinsem mi? Görevden almalar nedeniyle kapatılan yolsuzluk soruşturmalarını görünce üzülsem mi?
Sabah bakan yakınlarına operasyon yapabilen polis şeflerinin öğleden sonra “cemaatçi” denerek görevden alınması…
Gazeteler yolsuzluk haberleri ile hemen yanındaki görevden alma haberlerinden geçilmiyor. Emniyet müdürleri, şube müdürleri, kısım amirleri, savcılar, derken Milli Eğitim Bakanlığına sıçrayan tayin ve atamalar, orada kalmayıp Maliye Bakanlığı üst düzey bürokratlarına sıçrıyor.
Köklü bir iktidar değişikliğinde bile rastlanmayan görev değişiklikleri neyin işareti? Adeta bir işgalin bitimindeki görev değişiklikleri yaşanıyor.
Başbakan’ın “ neyi istediniz de vermedik” sözü ışığında “paralel devlet” ya da danışmanının “milli orduya kumpas” sözü devlet kadrolarının cemaat tarafından işgal edilmesi dışında başka ne ile açıklanabilir.
Evet…
Ülkemiz adeta bir gizli işgale uğramıştır. İşgalin öncü kuvvetleri belirlenmiş, ancak arkasındaki gücün adını söyleme cesaretini gösteren çok azdır.
Elbette işgalcilerin öncü kuvvetleri hedefimizdedir. Ancak esas hedef öncü kuvvetleri destekleyen Uluslararası güçlerdir. ABD’dir. Bu güçler kendi işlerini yapmaktadır. Bir de bu işgalcileri kendi elleriyle 11 yıldır devlet kadrolarının en kritik noktalarına yerleştirenler vardır ki onların sorumluluğu çok daha ağırdır.
İşgalcilerin yaptığı tahribatla Türk Ordusu teslim alınmış, aydınlar, üniversiteler susturulmuş, işgalcilerin açtığı yoldan devleti soyanlar ellerini kollarını sallayarak yürümüşlerdir.
Ellerini kollarını sallayarak yürümüşlerdir. Çünkü emniyetin, yargının kilit noktalarının kendilerinde olduğunu düşünmüşlerdir. Çıkar çatışması başlayınca da kilit noktalarının işgal altında olduğunu söyleyerek işin içinden sıyrılmaya çalışmaktadırlar.
İktidardakiler bu saptamaya itiraz edebilir. Ancak olanlara serinkanlı bakınca görünen tablo budur.
İşgalin arkasındaki esas güç ile bu işgalcileri kritik noktalara yerleştirenlerin sorumluluğu doğru saptanmazsa yerlerini başkaları alacak, değişen bir şey olmayacaktır. Ancak bu kez rüzgarlar sert esmektedir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.