Doğa katliamına ne yapıyoruz?

Doğa katliamına ne yapıyoruz?
“Benliğimize, mevcudiyetimize hiçbir zarar vermeksizin haricin sermaye memlekete girebilir.”
Kısaca, ister Türk, ister yabancı sermaye, yer altı zenginliklerimizi ulusal ekonomiye kazandıracak her yatırım, işçimizin emeğini sömürmeyecekse, çevreyi kirletmeyecekse, vergisini kaçırmayacaksa, ülke ekonomisine katkı sağlayacaksa, saygıdeğerdir. Türkiye’deki altın olayına küreselleşmiş, globalleşmiş, emperyalizm perspektifinden olduğu kadar Atatürk’ün perspektifinden bakmakta da yarar bulunmaktadır.
Hafta sonu Kaz Dağları’ndaydım. Kaz Dağları’nın kuzeyi soyumun sopumun geçmişimin yaşadığı, güneyi ise eşimin dostumun geleceğimin yaşadığı bölgedir. Ayrıca Küçükkuyu öğretmen olarak en uzun süre çalıştığım yerdir.
Kaz Dağları’nın durumu ibret verici bir hal almıştır. Her tarafta altın arayıcı emperyalistler çevreyi yok etmekteler. Kendilerine sağlanmış ekstra yasalar ile iyice özgürleşmişler ve dilediklerini yapabilmektedirler. Onları ne ÇED raporları, ne uluslar arası anlaşmalar bağlamaktadır. Özel yasalara tabiidirler.
ABD’yi sözüm ona keşfettikten sonra, filmlerde izlediğimiz Kızılderilileri yok ettikleri gibi Kaz Dağları’nı ve Biga Yarımada’sını insanlarıyla yok edecekler.
Bergama’daki geçmişin Eurogold’u, şimdiki Koza’nın yaptıkları tahribatı görmek için Çanakkale’den İzmir’e geçiverin oluşmuş yeni yapay dağları görünce irkilirsiniz.
Havran Küçükdere’deki dağın altın avcısı farelerce nasıl kemirildiğini görünce şaşırıp kalacaksınız.
Bunlar yetmiyormuş gibi İda Dağları’na Kaz Dağları dendiğini anlamış olan altıncı, kan emen emperyalistler Kaz Dağları’nın altını üstüne 11 koldan getirip yağmalıyorlar. İşte bu yağmaya karşı yörenin duyarlı halkı ve akademisyenler bu talana karşı gelmek için yöre belediye başkanlarının önderliğinde örnek bir platform oluşturdular.
Kontratak bir platform Sayın Bakan Hilmi Güler’den oluşturuldu. Nasıl akademisyen oldukları belki de tartışılabilecek kişilerden oluşmuş heyetle “Kaz Dağları’nda altın aramanın hiçbir sakıncası olmadığını” kamuoyuna açıkladılar.
İşte bu bilim adamlarıyla ilgili en ilginç tespiti platform içindeki tek AKP’li ve doktor olan belediye başkanı yaptı. Her yere üniversite açarak önüne gelene profesörlük payesi verilirse olacağı işte budur. Diyerek her şeyi kısaca özetleyiverdi.
Neyse yörenin duyarlı halkı fire vermeden ve geri çekilmeden Kaz Dağları’nı savunacaktır. Bundan herkes emin olsun. Birey olarak bende Kaz Dağları’na çadırımı kurup nöbet tutmaya gideceğim.
Gelelim Karacabey’e; hemen gözümüzün önündeki Karadağ’a çimento fabrikası açılması için el altından sürdürülen “Kireç fabrikası” olarak karşımıza çıkıyor. Biz ne yapıyoruz? Hiçbir şey… Bandırma yolundaki Yenice köyde maden arama çalışmalarına başlanıyormuş. Ne yapacağız? Hiç bir şey… Mustafa Kemal Paşa’da mermer ocakları açıldı, altın arama çalışmaları sürdürülüyor. Ne yaptık? Kocaman hiçbir şey.
Kaz Dağları şurada bize bir adım, Bergama derseniz o da bir adım. Balya yarım adım mesafede. Çok merak ediyorum. Ne kadarımız Balya’yı gördü.
Köşemden Karacabey, Mustafa Kemal Paşa, Bandırma ve Susurluk ilçelerindeki duyarlı örgütlere çağrıda bulunmak istiyorum! Belediye Başkanlıkları, Ziraat Odaları, Ticaret ve Sanayi Odaları. Tarıma dayalı özel sektör sanayicileri, Üretici Birlikleri, Köy Muhtarları ve diğerleri (Atatürk İlk Öğretim Okulu idarecileri iki araç ile biz velileri Balıkesir’e SYAL-Sırrı Yırcalı Anadolu Lisesine- götürüp gezdirmişlerdi. Dönüp geldikten sonra elbirliği ile okulumuz bildiğiniz hale geldi. Okul yöneticilerini kutlamak gerek) Kaz Dağları’na ve Bergama’ya gezi düzenleyerek dönüşte de Balya’ya uğranılarak, ileride başımıza neler gelebileceğini yerinde görerek acil eylem planları oluşturulmasını öneriyorum. Bana düşecek göreve hazır olduğumu da söyleyebilirim.
Son söz olarak:
Üzerinde oturup da işletemediğimiz maden zenginliklerinin sahibi değil, bekçisi olduğunun bilinciyle Atatürk, Cumhuriyetin ilk yıllarında şu gerçeğe işaret ederek: “Memleketimizi medeniyetin gerektirdiği dereceye bir an evvel yükseltmek için yalnız milli sermaye kafi gelmez. Harici sermayesine ve ihtisasına da ihtiyaç vardır. Bu noktada dar bir milliyetperverlikten çıkıyoruz daha geniş bir milliyetperver oluyoruz… Milletler işgal ettikleri arazinin gerçek sahibi olmakla beraber, insanlığın vekilleri olarak da yararlandırmakla yükümlüdürler. Bu yasaya göre bundan aciz olan milletler, bağımsız olarak yaşama hakkına layık değildir.” Sevgili Necip Hablemitoğlu sizi daha iyi anlıyorum. Ruhun şad olsun. Bayrağın elden ele dolaşıyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.