DERSİMİZ: ATATÜRKÇÜLÜK

“Benim için sosyal demokrasi; sistemin ve hayatın yarattığı çıkmazları, eşitsizlikleri, dayatmaları, baskıları, ayrımcılığı dayanışmayla aşmaktır. Doğayı, insanı, yaşamı korumaktır. Zayıfa ve güçsüze ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel güç katmaktır. İnsanın, insanı ve çevresini sömürmesine direnmektir. İnsanın kendisini geliştirmesinin maddi ve manevi koşullarını yaratmak için mücadele etmektir. Toplumun üretici ve yaratıcı gücünün önündeki engelleri azaltmak ve kaldırmak için siyasal uğraş vermektir. Oligarşik yapılara, egemen güçlere karşı koymaktır. Fırsat eşitliği yaratmaktır. Bilimi, bilgiyi, kültürü, sanatı ve sporu yaygınlaştırmaktır.” (Aydın Güven GÜRKAN)
            Sosyal demokrasi inancım yüzünden açık yürekli dilimin arasındaki bağ kuvvetlidir. Belki de bu özelliğim nedeniyle kurumlara giriş-çıkışlarım kolay olmuyor.
            ADD’ den gençlik kolu başkanlığı teklifi geldiğinde isteklerimin doğal olduğunu düşüneceklerini sandım. Ancak jet hızı ile bir “Başkanlık” haberi çıkınca, “Sus-pay”lı hareketlerle karşı karşıya kaldığımı anladım. Resmi olmayan bu görevin duyuruluşunu yalanladım. 15 Ekim 2009 Perşembe günü yerel gazetelerde çıkan ADD’nin yanıt yazılarında “Yalan Haber” olduğunu söylememe bir ses çıkar(ama)malarına teşekkür ederim. Benim haberim olmadan, benim kaleme almadığım bir yazı ile aynı doğrultuda düşünsem de- haber yapılmasını etik bulmadığımı ve çok düşündürücü olduğunu bir kez daha söylemeliyim. Bunun adı; Atatürkçü Gençlerin kullanılmasıdır. ADD’ci geçinenler bu yöntemleri benimsemişlerse eğer, gençlik kolu başkanı olarak bir karikatür figürü önerebilirim.
            Asıl çekincelerim ise topluma yansımış olan “40.000 TL” kadar bir paranın akıbeti hakkındadır. ADD’nin cevap yazısında bahsettiği “AVCI” rumuzlu köşede dile getirilen bu soruya daha önce “40.000 TL” değil “30.000 TL” diye cevap vermişti. Neyse ki benim yazıma karşılık yaptıkları açıklamada da “40.000 TL” ifadesi kullanıldı. Bunun içinde teşekkür ederim.
            “… gerçekleri yansıtmayan iddialar karşısında daha fazla suskun kalmayacağımı düşünerek ilk ve son kez cevap veriyorum.” ifadesini kullanan ADD Karacabey İlçe Başkanı Erol Yüksel Cingil’in “Buharlaştığı iddia edilen 40.000 TL konusu, şaibeli kimselerin hala dernek yönetiminde bulunması, reklâm ön plana çıkarılarak Atatürkçü Düşüncenin sömürülmeye çalışılması…” gibi konularla ilgili olarak “Herhangi bir açıklamada bulunmayacağım.” diyerek kaleme aldığı bu yazının adına neden “cevap” dediğini anlayabilen biri var mı? “Ben ne söylüyorum, tamburam ne çalıyor?” Birde bana tutarsız ithamında bulunuyorlar.
            Karacabey ADD’nin bana yanıt vermek için basın toplantısı düzenlediği gün Bilecik ADD’de “Kürt Açılımı” başlıklı Erdal Sarızeybek’in vereceği konferans için koşturuyordum. Konferansta bulunduğum saatte “Basın toplantısı” haberi ulaştı. ADD’nin diğer şubeleri ve başka birçok sivil toplum kuruluşu ile ilişkilerim ve öncelikle de asli görevim öğrencilik olduğundan “Cevab”ı yeni inceleyebildim.
            Dernekler Yasasını inceleyip birçok dernekle uğraş veriyorum. Toplum genelde derneklere temkinli yaklaşıyor.   “Deniz Feneri Derneği” olayından sonra derneklere daha farklı bakılmaya başlandı. Kadıköy ADD yöneticileri ile bu konuda konuşmuştuk. ADD’nin birçok şubesinde de bu tür olayların elektriklendiğinin üstünde durmuştuk. Ancak Kadıköy ADD boş durmayıp yeni bir ADD tüzüğü hazırlayan örnek bir şube oldu. “Mustafa Yurtkuran”ın da incelediği bu tüzük, dernek gelir-giderleri hakkında yol gösteren maddeler içeriyor. Malum Ergenekon dalgaları sonrasında bu iş biraz ertelendi. Peki, bizim çok konuşan ve konuşulan Karacabey ADD ne yapıyor?
            “Kişi konuşurken başka iş göremez. Görevini, edimini gerçekleştiremez. Bu nedenle konuşmanın bir alternatif maliyeti, fırsat maliyeti vardır. Bu maliyet; yapılamayan iş, yoksun kalınan bilgi, görevin aksaması olabilir. Bir kişi ne kadar çok konuşursa asli görevi olmadığı sürece o kadar az iş görüyor ve kendini yetiştirmeye o denli az zaman ayırıyor demektir. Herkesin her yaşta kendini yetiştirmeye zaman ayırması gerekir. Liderler, bilim adamları hatta bürokratların böyle bir gereksinimleri vardır.” (ÖZTİN AKGÜÇ)
            Benim Atatürkçülüğümü kimse sorgulayamaz. Özellikle ilkelilik, dürüstlük ve şeffaflıktan habersiz insanlar asla.
             Benim bir varlığım veya makamım yok. Yalnızca Ahmet SARIKAYA’yım. Onur duyacağım mevkilerin etrafına gölge düşerse, gerektiğinde, yalnız kalsam da hiç bir ödün vermeden, usanmadan, bıkmadan, değerlerimi korur, hakkımı savunurum. Benim Atatürkçülüğüm bunu yapmamı gerektiriyor.
            Atatürkçülükten, siz ne anlıyorsunuz?
            “Türkiye Cumhuriyeti düşmanlarının bizim yüce değerlerimize küfür etme özgürlükleri elbette olmayacaktır.” demenizden ne anlayalım? Yüce değerleriniz “Bir açıklamada bulunmayacağım dediğiniz  40.000 TL” si mi?  İhaleye açmadan kahramanca dernek adına işlettiğiniz lokal mi?  “Türkiye Cumhuriyeti Düşmanları” kim? Şeffaf olması gereken bir kurumun ketum, şüpheli isimleri mi? Olumsuzlukları görüp doğruları dile getirenler mi?
            Kimse bana bu açıklamanın, “Öncelikle bir baba olarak, tamamıyla ve tamamıyla genç bir arkadaşı zor durumda bırakmamak adınadır.” demesin. Ben kimseyle toplumsal kurumlarda ahbap-çavuşluk yapmam. Bilindiği gibi “Ahbap-çavuşlar”, üç arkadaşın dolandırıcılık ve hırsızlıkla zengin olmaya çalıştığı bir Alman komedi dizisi idi. Gülerek seyrettiğim bu dizinin ardından, gülerek okuduğum yazılar var artık. Benim bir de Türkiye Cumhuriyetim var. “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” diyen Atatürk’üm var.
            İstanbul’un Kadıköy ADD Şubesi’nden, gittiğim yerlerde dağıtmam için verilmiş yazıdan birkaç aktarma yapmak istiyorum: “Neden Atatürkçülük?”
            -Umursamazlık ve adamsendeciliği benimsemediği, aktif, duyarlı,  katılımcı yurttaşlığı gündeme getirdiği için ATATÜRKÇÜLÜK.
            -İç ve dış ilişkilerde akılcı, tutarlı, erdemli, ilerici girişimleriyle yurttaşın güvencesini, sevgisini ve dış dünyanın saygısını kazanan siyasetler için ATATÜRKÇÜLÜK.
            Umarım herkes anlamıştır. “Hangi Atatürkçülük?”. Bir cevap içermeyen cevap yazılarından bizim gördüğümüz dumanın tahmin edilenden daha gür bir ateşten kaynaklandığını mı anlamadınız? Bu “Cevap” sız yazı nasıl bir telaşla hazırlandı?
            Bilindiği gibi Neyzen Tevfik hayranı olarak onun bir sözünü çokça kullanmayı severim.
            “Hayat üç buçuk ile dört arasındadır. Ya üç buçuk atarsın, ya da dörtdörtlük yaşarsın.”
            Birilerine ithamda bulunmadan önce herkesin dönüp arkasına bakması gerekir.
            Öyle değil mi?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.