Meydanlar
Meydanlar
12 Nisan Tandoğan ve Anıtkabir, 29 Nisan Çağlayan. Türk Ulusunun karanlığa karşı haykırışı. Bağnazlığa ve irticaya geçit vermeyeceğim diyerek ayağa kalkışı. Öyle bindirilmiş kıtalar ile değil, gönülden inanmış milyonlar ile. 28 Şubatta da bir tavır sergilenmiş idi ama o daha çok pasif bir tavır idi. Işıklar söndürülüp yakıldı; tencere tavaların altına kaşıklarla vuruldu. Fakat dediğim gibi sönük bir direnişti. Sönük olmasına rağmen, Erbakan’ın gidiş yolunu açmaya yetti de arttı bile. Neyse gelelim günümüze. Çağlayan meydanı, meydan olalı böyle bir miting görmedi. Her yer mahşer meydanı gibi, yerden insan kaynıyor. AKP iktidarına “Tandoğan’ı umursamadınız, çağlayan yeter mi?” gibisinden soruluyordu. Mitinge giden bir arkadaşım, miting alanından telefonla beni arıyor. Eşi ile gitmiş. Soruyorum, “Çok kalabalık mı?” Cevap veriyor: “Miting alanına yaklaşmak ne mümkün. Osmanbey’deyiz. Karınca adımı ile ilerlemeye çalışıyoruz” ‘Kolay gelsin’ deyip telefonu kapattım. Tanrım nasıl bir coşku. Yediden yetmişe her yaştan insanlar, şen şakrak. Atatürk ilkelerine ve laik Cumhuriyete sahip çıkmanın sevinci ve gururu. Kürsü düzeni, Tandoğan’dan daha mükemmel. Konuşmacılar sorum-luluklarına müdrik. Kadınlar ağırlıkta. Giyim, kuşamları ile tam bir Cumhuriyet kadını, Atatürk kadını. Atatürk’ün kendilerine yüklediği misyonu unutmamışlar. Zaten, bu meydanda o misyonun mücadelesi yapılıyor. Toplumda oluşmuş bezginliğin ve umutsuzluğun silkelenişini görüyorlardı. Beş yıldır toplumun büyük çoğunluğunda suratlar asılmış, yüzler günlüyordu. Nasıl Gülsünlerdi? 3 Kasım 2002’de kullanılan oyların %34’ünü, kayıtlı oyların %25’ini alarak TBMM’nin %66’sını ele geçirmiş ve kendisini “Milli İrade” zanneden hazımsız ve doyumsuz AKP, toplumun ufkunu karartmıştır. Cumhuriyet’in bütün kazanımları hercümerç edilmek istenmiştir. Devlerin önemli mülkleri, yerli işbirlikçilerin de yardımı ile yabancılara satılmıştır. Şehit kanları ile kurtarılmış vatan toprakları yabancılara satılmıştır. Cumhuriyet’in yetişmiş kadroları yok edilmiş, yerlerine ancak vekâleten tayinler yapılmış; devler adeta vekâlet ile yönetilir hale getirilmiştir. Bürokrasinin tepesine, anayasa’nın değiştirilemez madde-lerinin de değiştirilebileceği iddiasın-da olan bir zat getirildi. (Bu zatın, başka kitaplardan, kitabına aşırma yaptığından dolayı YÖK tarafından unvanı geri alınmıştır.) AKP iktidarı, Türk Ulusu’nun ağırbaşlılığını, vurdumduymazlık ve umursamazlık olarak nitelediler ve “Ne yaparsak kabul ettiririz” düşüncesine kapıldılar. Ama Nisan ayı onların milleti tanıması ile geçti. Türk Milleti, laik Cumhuriyet’e ve Atatürk ilkelerine bağlı olduğunu sadece AKP’ye değil bütün dünyaya haykırmıştır. Bu arada, TSK’nin açıkça adres belirtmemesine rağmen, bir uyarısı geldi. Aslında adres açık: Ülkeyi irtica çukurunun yanına iteleyen AKP iktidarı. TSK, laikliğin tartışmaya açılmasından ve irticai faaliyetlerin ülke sathına yayılma-sından rahatsız olduğunu kesin bir dille ifade etmiştir. Koruyucu melekler hemen harekete geçti. Kendilerini büyük medya olarak topluma lanse etmeye çalışan bazı yalakalar: “Efendim, bu demokrasiye vurulan bir darbedir. Krize gerek yok, problemler demokrasi platformunda çözülmelidir” gibisinden yazılar yazmaya başladılar. Kalemlerini ve vicdanlarını patronlara kiralamış medya yalakaları, bugüne kadar her şeyi güllük gülistanlık gösterme gayretinde idiniz. Ne oldu da bazı problemlerden bahsetmeye başladınız? Daha düne kadar Tandoğan’ı görmezden geliyordunuz. Ne oldu da Çağlayan’dan sonra aydınız? Bugün kalem ve vicdan kirası olarak alacağınız parayı nerede harcayacaksınız? Bu zihniyet, size yaşama hakkı tanıyacak mı? Bugün “içtiğinizi” köşenizde ballandıra ballandıra anlattığınız ünlü Fransız şaraplarına müsaade edilecek mi? Yalakalığın da bir haddi hududu olduğunu unutmayınız. Neyse, artık ulusun yüzü gülüyor. Tandoğan’da ve Çağla-yan’daki mitingler, laik Cumhuriyet’in ve Atatürk İlke ve İnkılapları’nın sahipsiz olmadığını gösterdi. Herkes hissesine düşeni alsın, aklını başına devşirsin.