Manifesto’nun Onuncu ve Sonuncu Maddesi

Manifesto, deklarasyon, tebliğ, beyanname, bildiri, bildirge, açıklama, farklı dillerden geçme ve aynı anlamda sözcüklerdir. Açıklama ya da bildirge bizim öncelik tanıdığımız sözcükler olsa da bu eş anlamlı sözcükler bazen farklı ağırlıklar taşır.

İtalyanca kökenli manifesto, bu sözcükler içinde en fazla ağırlığa sahip olanlardan biridir ve bu sözcüğü kullanmak sorumluluk yanında cesaret de ister. Denizcilikte de kullanılmakla beraber günümüzde bir toplumsal hareketin temel tezlerinin duyurulması anlamına gelir ki bu çerçevede bir manifestonun içeriğinin son derece dikkatli hazırlanması gerekir.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından Ankara’da başlatılıp İstanbul Maltepe’de sona eren “adalet” başlıklı yürüyüş, bir miting ve bu mitingde okunan bir “manifesto” ile sona erdi. Büyük çoğunluk yürüyüşün ve mitingin şekli, katılımcı sayısı üzerinden tartıştığı için 10 maddelik “manifesto”nun içeriği üzerinde fazlaca bir tartışma açılmadı.

Elbette bu “manifesto” her maddesi üzerinden ayrı ayrı tartışmaya açılabilir. Ama bizi en çok ilgilendiren bu on maddenin sonuncu yani, onuncu maddesi. Belki de “zurnanın zırt dediği yer” bu onuncu ve sonuncu madde.

“Manifesto”nun onuncu maddesi aynen şöyle: “Adalet uluslararası ilişkilere de hâkim olmalıdır. Türkiye coğrafyasındaki tüm halklara, tüm kimliklere kardeşçe, adilane yaklaşan, barışçıl ve uluslararası hukuka saygılı bir dış politikaya dönüş yapmalıdır.”

Öncelikli dileğimiz bu maddedeki sözcüklerin “sehven”  seçilmiş olmasıdır. Ancak CHP gibi kökleri 100 yıla ulaşan bir partinin son döneme ilişkin temel tezlerini açıkladığı ve adına cesaretle “manifesto” dediği bir metinde “sehven” bile olsa böylesi ağır sorumluluklar getiren yanlış sözcük ve kavramlar kullanması kabul edilebilir bir durum değildir. Diğer taraftan “sehven” bile olsa bu yanlışlıkların hangi birini düzeltelim. Uluslararası ilişkiler Türkiye coğrafyasını değil, Türkiye’nin de içinde bulunduğu coğrafya ile tüm dünya ile olan ilişkileri belirler. Yok eğer metni kaleme alanlar böyle bir hata yaparak “Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya” yerine dalgınlık ya da yanlışlıkla “Türkiye coğrafyasındaki” kavramını kullandılarsa aynı sözcüklerin devamında yer alan  “tüm halklara, tüm kimliklere” sözcüklerini nasıl değerlendireceğiz. Bu sözcüklerin devamında yer alan “barışçıl ve uluslararası hukuka saygılı bir dış politikaya dönüş” gibi saygıdeğer ve iddialı bir ilke  ise halklar ve kimliklerden ziyade öncelikle devletleri, ülkeleri ilgilendiren bir konudur.

Konu Türkiye coğrafyasının içi ise burada dış politika değil iç politika kuralları geçerlidir. Konu Türkiye’nin içinde yer aldığı coğrafya ise ve dış politika kuralları  geçerli olacaksa halklar ve kimlikler yerine devletler, devletlerin bağımsızlığı, iç işlerine karışmama ve toprak bütünlüğü esas olmalıdır.

Bölgemizde BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) ile 22 ülkenin sınırlarının değişeceğinin ilanından sonra 10’a yakın ülkede yönetimler devrildi. İşgaller yaşandı, savaşlar sürüyor, yeni yapay devletçikler oluşturuluyor. Bütün bunlar öyle çok uzakta da değil, hemen sınırımızda yaşanıyor. Yaklaşık 1,5 ay sonra 25 Eylülde Kuzey Irak’ta “Bağımsız Kürdistan” için halk oylamasının yapılacağının ilanından sonra Türkiye’nin dış politikasını halklar ve kimlikler üzerinden yürütmeye kalkmanın AKP iktidarının dış politikayı mezhepler üzerinden götürmek istemesinden ne gibi farkı vardır?

Ülkemizde federasyon, federalizm, otonomi, özerk bölge, yerel özerklik, kimlikler, halklar, 27 alt kimlik  sözleri, son 15 yılda sorumsuzca kullanılıyor. Bu sözcükleri iktidarının başından beri AKP üst yönetimi ve akıl hocaları kullanırken, “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” felsefesi ile çağdaş ulus devleti inşa eden Cumhuriyet Halk Partisinin “özgürlükçülük” ya da “ilericilik” adına kullanması anlaşılır gibi değildir.

Mustafa Kemal Atatürk, yüreği vatan sevgisiyle çarpan herkesi ustaca bir ittifak politikası ile emperyalizme karşı birleştirdi. Günümüz CHP yöneticileri Ulusal Kurtuluş Savaşı öncesi bölünüp parçalanmış Türkiye coğrafyasını unutmuş olamaz.

İktidara geldiği günden beri “alt kimlik” siyaseti yapan ve Osmanlı hayranı olduğunu her fırsatta ifade eden AKP iktidarı, Osmanlı devletinin bu topraklarda egemenliğini kurana kadar hangi güçlüklerle karşılaştığını, Osmanlı öncesi Anadolu Selçuklu döneminde beylikler dönemindeki iç kargaşayı bilmiyor ya da bilmezden geliyor. Bizlere ortaokul ve lise tarih derslerinde anlatılan beyliklerin sayısı çok az. Pek çoğu da AKP’ye yakın tarihçilerin kitaplarında bu beylikleri görmek olası, Geçmişten ders almayanlar için anımsatalım:

Danişmendliler (1071-1178) Tokat, Amasya, Kayseri civarı.

Mengücüklüler (11 ve 13. YY) Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar.

Saltuklular (1071-1202) Kars, Pasinler, Oltu, Erzurum, Tortum, Tercan, İspir, Bayburt

Çaka Bey (1081-…. ) İzmir ve civarı

Dilmaçoğulları (1085-1394) Bitlis ve civarı

İnaloğulları (1098-1183) Diyarbakır ve civarı

Artuklular (1102-1409) Mardin ve çevresi

Artuklular  Hasankeyf kolu (1102-1209)

Artuklular Harput kolu (1112-1233)

Ahlatşahlar (1100-1208) Van gölü civarı

Canik Beylikleri Taceddinoğulları 14. YY. Samsun, Ordu

“          “          Kubadoğulları 14. YY Samsun, Kavak

“          “          Hacıemiroğulları 14. YY Tokat’ın Kuzeyi, Ordu, Giresun, Samsun Doğusu

“          “          Kutluşahlar (1340-1394)  Amasya

“          “          Bafra Beyliği 13-14. YY Bafra civarı

“           “          Taşanoğlu Beyliği 1350-1398 Samsun, Merzifon

Çobanoğulları (1211-1309) Kastamonu

Eşrefoğlu (1299-1326) Beyşehir, Seydişehir

Karamanoğulları (1256-1474) Niğde, Karaman (Larende), Konya, İçel, Alanya

İnançoğulları (1261-1368) Isparta, Alanya, Elmalı, Denizli

Sahip Ataoğulları (1275-1341) Sandıklı, Beyşehir, Akşehir

Pervaneoğulları (1277-1322) Sinop ve çevresi

Menteşeoğulları (1282-1424 Muğla, Milas, Denizli

Alaiye Beyliği (1333-1471 Alanya

Karesioğulları (1296-1393) Balıkesir civarı

Çandaroğulları (1292-1461) Kastamonu Sinop

Germiyanoğulları (1277-1414)  Kütahya ve civarı

Hamidoğulları (1280-1423) Isparta, Burdur, Eğirdir

Saruhanoğulları (1280-1416) Manisa yöresi

Aydınoğulları (1308-1426) Aydın ve civarı

Tekeoğulları (1321-1423) Antalya yöresi

Ramazanoğulları (1352-1608) Adana Çukurova

Eretnaoğulları (1335-1381) Sivas, Kayseri

Dulkadiroğulları ( 1337-1522) Elbistan, Maraş, Harput, Gemerek, Gürün, Yozgat

Kadı Burhaneddin devleti (1381-1398) Sivas Kayseri

Bu devletçiklerin önemli bir kısmı 1071 Malazgirt savaşı sırasında yaptıkları yardım nedeniyle Selçukluların beylik vermesi ile oluştu. Birbirleriyle olduğu kadar, Bizans ile, Moğollar ile, Gürcüler ve Ermeniler ile de savaştılar ya da ittifak kurdular. Birbirlerini yok ettiler  Kısa vadeli çıkarlar için verilen tavizlerle pek çoğu yaklaşık yüz yıl merkezi devlete sorun yarattılar.

Şimdi de hem iktidar partisi, hem de muhalefet partisi taban bulamadığı yerlerde bir seçim için kendi bünyesine tamamen yabancı unsurları içine alıyor. Bu bir ilkeli ittifak da oluşturmuyor. Bugün Rize’de, yarın Diyarbakır’da bir başka gün Tunceli’de karşımıza çıkıyor. İktidar partisi de aynı anlayışta ve inanç ayrılıkları üzerinden tavizler verip başına cemaat belaları sarıyor.

Manifestolar bir gün için yazılan metinler değildir. Bazen yüz yıl sonra da konuşulur. Tıpkı bugün bin yıl önceki beyliklerin durumunu konuştuğumuz gibi.

Tarih, ders almayanlar için tekerrürden ibarettir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.