Cepheden Mektup!..O. Doğu SİLAHÇIOĞLU
Cepheden Mektup!..O. Doğu SİLAHÇIOĞLU
Ben; nefer Seyit… Ahmet oğlu, 1310 Nevşehir/İğneli doğumluyum… 18 yaşındayım, cepheye koştum; 328’de Balkan Harbi’nde, “23’üncü Fırka Koşulu Topçu Taburu”nda; şıvgarda, çengelde, dipte, yular tuttum. “Kumanova”da cephe bozulunca kayışları kesip topları ayırdık; tekmil batarya at binip topluca menzile kaçtık. “Metroviçe Bolatin Köyü”nde esir düştüm; ilk kafileye yazdılar; yirmi birinci gün sonunda Çatalca’ya ulaştım!..
330 nihayetinde, “Harb-i Umumi”de, “Kafkas Kolordusu”nda “Ağırlıklar Kolu”nda yedekçi oldum. “Allahuekber Dağı”nda gece yürüyüşündeydik; tipiden göz gözü görmez olmuştu; rüzgar vurdu bağrıma; “Zivin” mevkiinde şehit düştüm…
Ben donmuşum, toprak donmuş, kazamadılar; aylarca kar altında kaldı bedenim; baharda cemre vurunca toprağa; çift süren bir sabahın mahmuzuna takıldı kemiklerim…
331’de, “Sarıkamış”tan “Çanakkale”ye koştum. Gelibolu sırtlarında yedi düvelle boğuştum. “Arıburnu” sahiline çıkmıştı düşman; “Kocaçimen Tepe”ye doğru ilerliyordu; savunmada birden insicam kayboldu! “Yarbay Mustafa Kemal” en öne geçti! Bize taarruzu değil, ölmeyi emretti! 57’inci Alay’la hücuma kalktık; düşmanı “Conkbayırı” yarlarından attık. Muharebeyi kazandığımız işte o an’dı!.. Alaydan sağ kalan kimse olmadı…
– Ol bapta ve her halde emir ve ferman Hazret-i Veliyülemir, Veliihsan Efendimizindir! Ve de Almanya ile ittifak ali-menfatimizdir! -Alnımıza bir kez yazılmıştı ya, bilmediğimiz topraklarda hiç uğruna can vermek; cepheden cepheye koştuk yeniden; vagonlara doldurulduk hepimiz; yetmemişti zahir çektiklerimiz; sonradan duyduk ki; vardığımız yaban el, nerde olduğunu bile bilmediğimiz bir toprakmış: “Galiçya!..”
Galiçya’da siperdaşım Ömer oğlu Bedir’di; Bedir 332’de “Oramar”dan Galiçya’ya sevk edilmişti… Van’dan yola koyulan Bedir; Anadolu’yu, Rumeli’yi, Balkanlar’ı bir baştan bir başa çarığıyla yürüyerek geçmişti!.. Şimdi Bedir nerdedir, diye soran olursa; O’nu orda bıraktık; “Krakov”da, “Rakoviçki Mezarlığı”nda…
Hayvan terkisinde uykusuz geceler; aş kabında soğuk arpa çorbası; o da yoksa kırık buğday kavurması; boğazımıza sokulmuştu kimi eller sanki kopası kırılası… Çamurun üstüne bir parça ot serip, bir beylik üzerinde günlerce yattım; dost bildiğim Alamanın peşinde bir dilim ekmeğin derdine düştüm; 333’te “ha!” dediler, ordan da “Süveyş”e koştum…
“Kanal”da gece soğuk olurdu; fırtınada kum sarardı her yeri; gündüz güneş yakardı, alevin yaktığı gibi örste demiri!.. Yad ellerde ehli keramın derdine düşmüşüz; dilimizde “Medine Marşı”; çığırıyoruz hep birlikte, inletiyoruz göğü yeri: “Ölürüz de vermeyiz Peygamber’in kabrini…” Aç kaldık, susuz kaldık yetmedi; sırtımızdan girdi Arap’ın, “cembiye” dedikleri eğri boyunlu hançeri…
“Elbire Ramallah”ta, ordugahta sıtma oldum. Kinin yoktu; ateş içinde geçerdi geceler; köyümü sayıklardım titrer dururdum! “Bir-Üs Sebi”de; İngilizin topçusu başlayınca ateşe, üstümüzde paralandı bir atım; koluma saplandı bir şarapnel parçası; Akhisar tütününden yarama bastım; bir eski çaputu üstüne sardım; daha şifa bulmamıştı yaram; doğrulup yeniden yollara düştüm…
Tebaamız Arap’ın ihaneti tarifsiz; altın bilirdi dişlerimi; kasaturayla sökerken kırdı çene kemiklerimi! Zulmünden kurtulmak için çaresiz kaldım; Varıp irademle İngiliz’e teslim oldum; “düşmanımdır” demedim; insafına sığındım…
“Seydi-i Beşir Kampı”nda, kayıtta, sırtıma 1044 numarayı damgayla vurdular; yeniden esir oldum. 334’te “Mütareke” imzalandı; “Musul”da kaldım. Kol geziyordu tifüs, salgından kurtulamadım; kireçlendi bedenim, toplu mezara atıldım…
“İstiklal Harbi”nde “kalk!” dediler dirildim, yeniden doğdum. 920’de “Kuvayı Milliye”de çeteci oldum. “Düzce”de, “Hendek”te tenkile koştuk. “Geyve Boğazı”nda yolları kestik. Çerkez Ethem baş kaldırmış dediler; “Muntazam Ordu”nun safına geçtik. Yunan göz koymuştu Anadolu’ya; “Mustafa Kemal”in ardına geçtik. Sakarya günlerce kıpkızıl aktı; müdafaa hattımız birden yarıldı; 921’in 13 Eylülü’ydü; düşmanı satıhta güç bela tuttuk!..
“Genel karşı taarruz”a karar verildi; “Süvari Kolordusu” teşkil edildi. 2’inci Fırka, 4’üncü Alay, 4’üncü Bölük’te manga neferi oldum. Binbaşı Reşat Bey Alay Kumandanımız. Kumandan Muavini Şerafettin Yüzbaşı. 26 Ağustos’22 sabahı “Büyük Taarruz”da; sırtımızdan mavzer, elimizde kılıç, atlarımızın nefesi tutuk; ağızlarında ve soluk zincirlerinde köpük; dizginlere yapışmış gibi ellerimiz; kimimizin çizmesinde kalmamış topuk; olanlarla hayvanları mahmuzladık; zifiri karanlıkta kanatlanıp “Ahır Dağı” üzerinden “Sincanlı Ovası”na uçtuk. Ağustosun 30’unda, önünde durulmaz sel olduk coştuk. “Dumlupınar”dan düşmanı ezerek geçtik. On dört gün on dört gece üzengisiz at üstünde hiç durmadan dinlenmeden Akdeniz’e doğru koştuk. 9 Eylül sabahıydı güzel İzmir’e kavuştuk… Halkapınar Köprüsü’nden dört nala geçtik. Öncüsündeydik ateş içine düştük; cefakar atlarımızla fani dünyadan göçtük…
Ruhumu henüz teslim ettim!.. Daha soğumadı bedenim!.. Biliyorum gün gelecek yok olacak kemiklerim… Ama vatan borcumdu; ben yerime getirdim! Ve artık müsterihim!..
Toprağın altındayım şimdi; Bayraklı’da İzmir’de!.. Ben, Nevşehir, İğneli köyünden Ahmet oğlu Nefer Seyit; Antalya Kızılsaray köyünden Ömer oğlu Hakkı Çavuş; ve Akşehir Hamit köyünden Bekir oğlu Mehmet Çavuş’la birlikte… -Dördüncümüz hemşerim nefer Ahmet’ti; yaralıydı; bizden sonra hastanede can verdi…
Bu gün emanetim karım dul, çocuklarım yetim! Olsun!.. Onlar yoksul ama hür yaşıyorlar!..
Ben helal ettim hakkımı sana! Sende helal et memleketim!..