Cennet-i âlâ

Benim çok mutlu bir evliliğim var dedi adam yanındaki arkadaşına.
Allah bize de kısmet eder inşallah dedi karısı adama sakince.
Adam kadına baktı hayretle, sahne dondu…

Belli ki adam mutluydu.
Belli ki adam kördü, adam sağırdı, adam karşısında eriyip giden kadını görmüyordu, kadının çığlıklarını duymuyordu.
Belli ki adamın her sözü dinleniyor, her isteği yerine geliyordu.
Belli ki adam kendince cennetteydi.
Ama ama, kadın niye böyle demişti ki sanki şimdi? Niye yakınmıştı? Niye isyan etmişti? Niye ses çıkartmıştı? Neyi eksikti ki?
Onun her sözünü dinleyen, her isteğini yerine getiren, sesini çıkartmaya çalıştıkça susturduğu, bakışlarındaki çaresizliği görmediği, küskünlüğünün farkına varmadığı, kendisi mutlu olduğu için onun da mutlu olduğunu sandığı kadın ne haldeydi hiç düşünmemişti.
Kadın o susturuluşlarda için için birikiyordu aslında da adamın haberi yoktu.
Adam cennet bahçelerinde serinlerken kadın cehennem ateşlerinde yanıyordu.
Kadın yanıyorum demeye çalıştıkça adam yelpazesini daha bir hızlı sallıyordu.
Kötülük değildi yaptığı.
Bakmıyordu, görmüyordu, duymuyordu, dinlemiyordu, hiçbir şey anlamıyordu.
Çünkü o mutluluğu sadece kendi mutluluğu olarak anlıyordu.
Kadın da öyle anlasaydı, iyiydi…

Cennet mi cehennem mi?
“Adnan Oktar reşit olmayan kızlarımı alıkoyuyor” başlıklı haberde, uzun zamandır haber almadığı kızlarının Adnan Oktar’ın televizyon programında görüldüğü haberi üzerine Avusturya’dan Türkiye’ye gelen babanın haberi şu fotoğraf ile yer aldı medyada.

Bakışları donmuş, gülmeyi unutmuş, ruhu kalbinden sökülüp alınmış gibiydi fotoğraftaki gencecik kızlar.
Efsunlanmışlardı sanki. “Kedicik” olmadan önceki fotoğraflardaki kameraya masum bir neşeyle bakan genç kızlar gitmiş, yerine başkaları gelmişti.
Adnan Oktar dünyada cenneti yaratmıştı kendince.
Dört bir yanı birbirinin kopyası hurilerle doluydu.
Ancak hurilerin bakışları boştu, bomboştu.
Hurilerin ruhu hocayı ilgilendirmiyordu anlaşılan. O kendi cennetinde mutluydu.

Utandık mı?
“Hürriyet’ten Dinçer Göker’in Türkiye’yi sarsacak utanç listesi başlıklı haberine göre İstanbul Küçükçekmece’deki Kanuni Sultan Süleyman Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne 5 aylık süreçte gelen, yaşları 18’in altında 39’u Suriyeli 115 çocuğun hamile olduğu saptandı. Kayıtlara göre, hamile oldukları tespit edilen 115 çocuktan 77’sinin 15 yaşın üstünde, 38 çocuğun 15 yaşından önce hamile kaldıkları anlaşıldı. 15 yaşın altındaki hamileliklerde rıza aranmaksızın çocuğun cinsel istismarı kapsamında olduğu belirtildi.”

Birileri eğlenmiş
Bu çocuklar kendi kendilerine hamile kalmadılar elbette. Belli ki birileri onları hamile bırakırken çok eğlenmiş. Lakin eğlenirken işlerin nereye varacağını hiç hesap etmemiş.
Bu eğlencenin sonrasında ortaya çıkan o gebelikler doğumla mı sonuçlandı, erken yaşta doğum sebebiyle annenin kan kaybından ölmesiyle mi sonuçlandı bilinmez.
Her şey normal seyrettiyse dahi erken yaşta anne olmanın yükü 15 yaşındaki bir kızın sırtına çok ağır gelir.
Peki bu arada baba nerededir? Hani o çocuk denecek yaştaki bir kızla ilişkiye girerken çok eğlenen kişi?

Köleler ve efendiler
Belli ki kendi arzuları yerine geldiği sürece etrafında neler olup bittiğini görmüyor insan.
Kendi mutluluğunun başkalarının mutsuzluğuna sebep olup olmadığını düşünmüyor.
“Önce can” sözünü diğer canları ezip geçmek olarak anlıyor.
“Dünya bir gün o da bugün” sözünü geçmişe saygısızlık ve geleceğe sorumsuzluk olarak anlıyor.
“Anları yaşa” sözünde bahsi geçen ânın, bir kelebeğin ömrü kadar kısa ve bir kelebek kadar muhteşem olabileceğini anlamıyor. İstiyor ki bütün anlar onun olsun.

İnsan bu;
Bencilliği baş tacı ederken anlayışlı olmaya gerek duymuyor.
Kendi cennetini yaratırken hep başkalarının cennetinden çalıyor…

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.