1930 Ruhunun Canlandırılmasında Azınlıkların Rolü

AYDIN ÖMEROĞLU KÖŞE YAZISI

Yüzyıllara uzanan Türk-Yunan ilişkileri tarihsel açıdan değerlendirildiğinde, 1930 ruhunun emperyalist ve sosyalist ekonomiler arasındaki rekabet koşullarında vücut bulduğu görülür. O tarihte her iki ülkede devletçi karma-ekonomi egemendi.
Venizelos’un 27-30 Ekim 1930 tarihlerinde Ankara’yı ziyareti sırasında, 30 Ekim günü iki ülke arasında üç belge imzalandı. Bunlardan “Oturma-Ticaret ve Denizcilik Sözleşmesi” iki ülke arasında “Ortak Pazar” ilişkileri kurulmasını öngörüyordu. Bu işbirliği özünde anti-emperyalist bir içerik taşıyordu. Çünkü her iki ülke emperyalizmden çok büyük zararlar görmüştü. İki ülkenin de barışa, kalkınmaya, refaha ihtiyacı vardı. Adı geçen Sözleşme kapsamında Yunanistan’dan İstanbul ili ağırlıklı olmak üzere 15 bin Yunan yurttaşı Türkiye’ye geldi. Ticaret, sanayi ve değişik mesleklerde faaliyet gösterdiler. Buna karşılık, gelişmiş bir ticaret ve sanayici sınıfı olmadığından Türkiye’den Yunanistan’a sadece altı Türk yurttaşı gitti.. Bu durum, kaçınılmaz olarak, Sözleşme’nin taraflara tanıdığı olanaklardan tek yanlı yararlanılmasına sebep oldu.
Atatürk dönemindeki devletçi karma-ekonomiyi emperyalist ülkelerde uygulanan devletçi karma-ekonomilerden ayırt eden en temel özellik, halkçılık ilkesiydi. Devletçilik ve halkçılık uygulaması birbirini tamamlayan ve geliştiren anlayış içinde yürütülüyordu. Az zamanda büyük işlerin başarılmasının sırlarından biri de buydu. Ne var ki, Atatürk’ün ölümünden sonra halkçılık uygulamasından giderek uzaklaşıldı. Devlet ve Hükümet yönetiminde etkili olan ticaret ve sanayi sınıfı, yalnızca Atatürk dönemine değil, 1930 ruhuna da yabancılaştı. Bu ruhun oluşmasına önemli katkısı olanlardan biri de İsmet İnönü idi. Ne ilginçtir ki, söz konusu Sözleşme, 17 Mart 1964’te, İnönü’nün Başbakanlığını yaptığı Hükümet tarafından tek yanlı yürürlükten kaldırıldı.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Atina ve Gümülcine ziyareti, 65 yıl sonra Cumhurbaşkanlığı düzeyinde gerçekleştirilmiş ikinci resmi ziyaret oldu. Bu ziyaretin 1930 ruhunun canlandırılmasına ne gibi bir katkı sağladığı konusunda fikir beyan etmek için henüz erken. Tuhaf olan, ziyaretin üzerinden bir ay bile geçmemişken, Yunanistan’a kaçarak siyasi sığınma talebinde bulunan 8 darbeciden birine sığınma hakkı verilmesi iki ülke arasında gerginliğe sebep oldu.
Tarihsel nedenlerin ve güncel dengelerin etkili olduğu Türk-Yunan ilişkilerinde Azınlıkların 1930 ruhunun yeniden canlandırılması işine ne gibi katkıları olabilir?
Bu soru bağlamında, 1930 ruhunun doğum sonrasında Atatürk ile Venizelos’un düşüncelerini anımsamakta yarar var:
Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyet Halk Fırkası’nın üçüncü büyük Kongresi’nin (10 MAYIS 1931) açış konuşmasında Türk-Yunan ilişkileri bağlamında şöyle demiştir: “Yunanistan’la geçen kongrede henüz mevcut olan anlaşmazlıklar tamamen hallolundu. Asıl ehemmiyete değer nokta zihniyet ve siyasetlerde hakiki bir inkilap vukua gelmesidir. İki taraf, anlaşmazlıklardan ve mazi hatıralarından samimiyetle vazgeçti ve ilan etti. Yunan Başvekeli’nin ve Hariciye Vekili’nin resmi ziyaretleri iki memleket münasebetlerinde yeni ve mesut bir devrenin başlangıcı olmuştur. O zamandan beri iki memleket ve millet arasında genel ve özel münasebetlerde bariz bir samimiyet görülmektedir.”1
Dikkat edilirse, Mustafa Kemal, “Asıl ehemmiyete değer nokta zihniyet ve siyasetlerde hakiki bir inkilap vukua gelmesidir.” diyor. Türkiye ve Yunanistan halklarının dostluk ve sıkı işbirliğinin yaşamsal kıymetini idrak etmelerinde, birbirlerine “Yakınlaşma temininde matbuatın rolü çok kıymetlidir.”2 hususuna bilhassa vurgu yapmıştır. Ortak çıkar ve geleceklerinin bilincine ermiş Türklerin ve Yunanlıların aralarındaki karşılıklı güven, sağlam ilkesel temellere oturtulmuş demektir.
Venizelos, 1932’de, Trakya-Makedonya yıllığında yayımlanan makalesinde, iki yıl önce iki ülke arasında temeli atılmış olan dostluk ve sıkı işbirliğinin maruz kalabileceği tehlikeye şöyle dikkat çekmiş ve uyarıda bulunmuştu:
“Türk-Yunan dostluğunun ve sıkı işbirliğinin meyveleri gelecekte o kadar verimli olacaklar ki, başmimarları bile bunu bugünden tahmin edememektedir.
Ancak, bu meyvelerin güvenli olması için olgunlaşmalarını zorlamamalıyız. Bu dostluk ağacını, iki taraflı olarak sadece her birinin kendi menfaati için değil, fakat iki halkın ortak menfaati için çoğaltarak beslemeliyiz.
Son olarak, bu kısa makalemi bitirmeden önce hemşerilerime, Türkiye ile dostluğumuzun sadece zaman içerisinde karşılıklı güvenin halk tabakalarına yayılmadığı süre içerisinde, her iki ülke için beklemekte haklı olduğumuz tüm meyvelerini veremeyeceğini vurgulamak istiyorum. Buna, vatandaşı oldukları ülkenin maddi ve manevi menfaatlerine tam bir bağlılıkla, Batı Trakya’daki Türk azınlığı ve İstanbul’daki Rum azınlığı en büyük katkıyı yapabilecektir. Bu temel görevlerine tamamen bağlı olarak iki ulusal azınlık iki halkın dostluğuna ve işbirliğine ek bir bağ oluşturacaktır. Bu görevi görmemezlikten gelecek olanlar, hem kendilerini felâketlere sürükleyecekler, hem de iki halkın dostluğunun sağlamlaşmasına engeller çıkartma tehlikesini ortaya koyacaklardır” Tarih ve deneyimler her iki Azınlığın 1930 ruhunun yaşatılmasında etkin olamadıklarını gösteriyor. Bunun böyle olmasında her iki Azınlığın sosyo-ekonomik, eğitimsel ve kültürel durumlarının payı vardır. Fakat bu ayrı bir yazı konusudur.

Ülkemizin Başbakanı Sayın Çipras ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan Azınlıkların iki ülke ilişkilerinde olumlu bir rol oynamaları gerektiğini şöyle ifade ettiler: Sayın Çipras, Azınlıkların; “…iki ülke arasında bir çekim unsuru”, Sayın Erdoğan ise, “…Türkiye-Yunanistan arasında birer barış ve dostluk köprüsü” oluşturması gerektiğini söylediler. Şu husus açıktır ki, 1930 ruhunun yeniden canlandırılması ve yaşatılması sadece iki Azınlığın meselesi değildir. Bu iş iki ülke halklarının davasıdır.
Venizelos’un Ankara ziyareti, İnönü’nün Atina ziyareti Türk ve Yunan halkları arasında karşılıklı güvenin güzel örnekleridir. Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk ile Yunan Başbakanı General Metaksas’ın, Ankara’da, 19 Ekim 1937 Salı günü yaptıkları görüşmede konuşulanlar, karşılık güvenin ne denli öneme sahip olduğunun çarpıcı örneğidir.
“Yunan Başvekili dedi ki:
– Büyük Atatürk, eğer bir fırsat olup da Yunanistan’ı teşrif buyursanız benim Zatı Devletinize arz ettiklerimin, duygularımdan çok eksik kaldığını, bizzat bütün Yunan milletinin, yüksek şahsiyetinize göstermeğe vesile bulacağı coşkun samimiyet ve hürmet tezahürlerinden görürdünüz. Zatı Devletinizi temin ederim ki, bütün Yunan milleti kalbi hayranınızdır. Bundan birkaç ay evvel bize vaki olan o büyük mesajınız münasebetiyle ta en küçük köylere kadar bütün Yunanlıların göstermiş oldukları kalbi bağlılık bunun bir örneğidir.
Reisicumhur cevaben:
– Yunan milletinin hakkımda beslediğini ifade buyurduğunuz duyguya teşekkür ederim. O toplanma vesilesiyle göndermiş olduğum mesajdaki düşüncelerimi bugün de yanınızda aynen tekrara ve teyide fırsat bulmuş oluyorum.
General Metaksas:
– Büyük Atatürk; sizin sözleriniz bizim için fiiliyat demektir.
Reisicumhur:
– Bunun böyle anlaşıldığından memnunum. Hakikat böyledir, buyurdu ve ilave etti:
– Biliyorsunuz, ben Makedonyalıyım. Selanik’te çocukluğumdan beri milletinizin çocuklarıyla tanıştım, dostluk ettim. Onlardan da aynı karşılığı gördüm ve şunu da sezdim ki, her iki milletin çocuklarında birbirlerine karşı daha fazla ve daha özel mahiyette bir yakınlık ve sokulganlık vardır. Demek istiyorum ki, daha o yaşlardan beri milletinize muhabbetim vardır. Bu tabii eğilime bakarak her iki milletin daima birbirine yakın dost olmasını ve öyle kalmasını daha gençliğimden düşünmüştüm. Daha sonra hadiselerin zorlaması dolayısıyla ayrı ayrı saflarda bulunduğumuz zamanlarda dahi, fırsat çıktıkça temas ettiğim subaylarınıza, bu ayrılığın geçici olduğunu, esasta, dikkatle bakılacak olursa bu iki milletin birbirine dost olması her ikisinin de büyük ve hayati menfaatlerı gereği bulunduğunu, zamanla bu hakikatin anlaşılacağını ve bu dostluğun kurulacağını ve daima buna çalışmanın uygun olacağını söylemişimdir. Benim, çok eski olan düşüncem bugün tahakkuk etmiş bulunuyor.
General Metaksas:
– O beyhude mücadelelerle Yunanistan’ı zaafa düşürmenin büyük bir hata olduğunu ve bu hatanın bizi bir felakete götüreceğini o zaman görmüş ve mesul idarecilerimize söylemiştim. Fakat o vakit sözümü dinletemediğim gibi düşüncemin cezasına bile uğratılmıştım. Zaman benim haklı olduğumu ispat etti. Şimdi, görmekle bahtiyarım ki, daha sonnra alınan bilgece tedbirler sayesinde bu hata tamir edilmiş bulunuyor. Türk-Yunan dostluğu bugün en sağlam bir hakikattır. Bu dostluk bir esastır ve ebedidir. Balkan Anlaşması’nın esası da bu Türk-Yunan Anlaşması’ndan başlar.”3
Metaksas’ın itirafı ve, “Bundan birkaç ay evvel bize vaki olan o büyük mesajınız münasebetiyle ta en küçük köylere kadar bütün Yunanlıların göstermiş oldukları kalbi bağlılık bunun bir örneğidir.” sözleri, 1930 ruhunun yeniden canlandırılması açısından değerlendirildiğinde, Atatürk ve Venizelos dostları ile iki ülkenin duyarlı basınına tarihî görevler yüklüyor.
Batı Trakya Türk azınrlığının bir aydını olarak, 1930 ruhunu yeniden canlandırma sürecinde her iki ülkenin Atatürk-Venizelos dostlarını örgütlenmeye, 2018 yılı boyunca ekonomi, siyaset, sosyal, kültürel, dinsel, sportif alanlarında birlikte çalışmaya çağırıyorum!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.