ÜLKENİN KADERİ BU MU?

ÜLKENİN KADERİ BU MU? Demokrat Parti 14 Mayıs 1950 seçimlerini ezici bir çoğunluk ile kazanarak iktidar koltuğuna kasıldı. CHP daha doğrusu İsmet Paşa’nın “Milli Şefliği” yerle yeksan olmuş, hem hükümet ve hem de Çankaya el değiştirmişti. İlk yılların nasıl geçtiği pek anlaşılamadı. Ezan’ın Türkçeden Arapçaya çevrilmesi, demokratik hakların genişletilmesi toplumda memnuniyet yaratmıştır. Muhaliflere dahi hoş görü ile yaklaşılmıştır. Ne zamana kadar? İşler yolunda gittiği sürece. “Her mahallede bir milyoner” Demokrat Parti İktidarının parlak bir sloganı idi. Tabiidir ki milyonerler devlet desteği ile yaratılacak, genel bütçeden sağlanacak teşvik, prim ve vergi muafiyetleri milyoner yaratmada enstrüman olarak kullanılacak. Diğer bir ifade ile, mahalle halkından toplanan vergi, resim ve harçlar Partinin mahalle delegesine transfer edilerek milyoner yaratılacak. Yaratıldı da. Sonra ne mi oldu? Demokrat Parti iktidarına muhalefet Meclis içinde ve dışında sertleştikçe sertleşti. Sertleşen muhalefeti etkisiz hale getirmek için baskılar arttıkça arttı. İktidar devletin diğer kurumları ile gerekli gereksiz sürtüşmeye başladı. Basın ağır bir sansür altına alındı. Tahkikat Komisyonu kurularak muhalefet partileri de etkisiz hale getirilmek istendi. Sonuç 27 Mayıs 1960 günü hazin sona doğru yolculuk. Şimdi diyeceksiniz ki, bunları niçin gündeme taşıyorsunuz? Olanlar, elli yıl önce olmuş bitmiş. Hani hep söylenir ya “Tarih tekerrürden ibarettir, eğer ders alınsaydı tarih tekerrür eder miydi?” Maalesef ülkemizde tarih sıkça tekerrür ediyor. Her halde ders almayı pek beceremiyoruz. AKP de 2002 seçimlerinde kullanılan geçerli oyların %34’ünü, tüm kayıtlı oyların ise %25’ini alarak ve Seçim Yasasının da yardımıyla TBMM’deki sandalyelerin %65’ini ele geçirdi. CHP de %19’unu aldı ve oy kullanan seçmenin %47 ‘sinin oyu da çöpe gitti. AKP büyük bir zafer sarhoşluğu ile iktidar koltuğuna kasıldı. AKP, Demokrat Parti kadar sabırlı olmadığından ilk günlerden itibaren toplumun çeşitli kesimleri ile devletin çeşitli, kurumları ile sürtüşmeye girdi. “Benim dediğim doğru, sizin dediğiniz yanlış” psikozuna girilmiştir. Çankaya’dan veto gören yasalar Meclis’ten aynen geçirilmiş ve pek çoğu da Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmiştir. Türban konusunda aleyhte karar veren Danıştay ile sürtüşmeye girilmiş; yargının yürütmenin önünde engel olduğu sıkça telaffuz edilmiştir. Milletin göz bebeği olan Ordumuza dahi sataşılmış ve “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” denilerek töhmet altına alınmaya çalışılmıştır. Vatandaş ise solda sıfır sayılmıştır. Miting alanında, halini arza çalışan çiftçiye “artistlik yapma al ananı da git”, ürününe fiyat isteyen bir çiftçiye ise “gözünü toprak doyursun” denilebilinmiştir. En son ise kendilerine muhalefet eden bazı basın kuruluşları üzerinde baskı uygulamasına çalışılmaktadır. Kanal Türk Televizyonu’nu diğer televizyon kuruluşlarına benzemeye zorluyor. Aksi halde cezalandırılacağı ima edilmektedir. Bazı gazetecilerin banka hesapları mercek altına alınarak, adeta servet sorgulaması yapılmaktadır. Ama, Danıştay’ca Türkiye’deki mal varlığının dondurulmasına karar verilen ve uluslar arası güvenlik örgütlerince El Kaide’ye destek verdiği iddia edilen Yasin El Kadı’ya bilmiyorum, bazıları halen yine “kefilim” diyebilmekte midir? Dikkat ediyorum da, iktidara gelen siyasi partileri geldikleri günden itibaren bir seçim korkusu sarmakta. İlk günden daha, gelecek seçimlerin hesabı yapılmakta. Yandaşlar, devletin imkanları ile güçlendirilmektedir. Siyasetin açılımı sanki, kamuya ait kaynakların yandaşlara paylaştırma sanatı gibi geliyor bana. Türk Milleti’nin kaderi midir bilemiyorum? Ama asla kaderi olmaması gerekir diye düşünüyorum. Siyasi iktidarlar çıkmaza girmeye başlayınca, hep bu tür baskıcı hareketlerin içine girmektedir. İşte AKP iktidarı da aynı yolu izlemektedir. Çünkü, AB üyeliği suya düştü. Bay Erdoğan, AB’ye adeta yalvarıyor. Hiç olmazsa bize bir tarih verin diye. Çünkü, Kıbrıs AB sevdasından dolayı elden gitti. Çünkü, Kuzey Irak Politikasızlığı sırıtmaktadır. Çünkü, Dış ve İç borç stoku Gayri Safi Milli Hasılayı geçmek üzeredir. Çünkü, seçim meydanlarında vaad ettikleri “türban” konusu çözülememiştir ve çözülemeyecektir. Anayasa, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’nin kararları gayet açık ve bağlayıcıdır. Kişiler bir kere yanlışa başladı mı, doğruyu kendi kendilerine bulamazlar. Onu, birilerinin uyarması ve doğruyu göstermesi gerekir. Bu uyarı hem yanlışın içindeki kişi ve hem de uyarıcının geleceği açısından önemlidir. İşte, yanlışın içinde bocalayan AKP iktidarının yapılacak ilk genel seçimlerde uyarılması; hem AKP ve hem de ülke geleceği için çok ama çok önemlidir. Lütfen uyarı görevimizi layık-ı veçhile yapalım. Araba aştıktan sonra yol göstermek bir işe yaramaz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.