Türkiye’deki yargı

Bugünkü
hükümetimiz AB normları çerçevesinde hazırladığı tartışılmalı yasa 26 Eylül
2004 tarihinde, Ceza Mahkemeleri kanunun tutukluluğa 10 yıl sınırı getiren 102.
maddesi T.B.M.M.’DE kabul edildi.     

2010 yılı
son günü bu maddenin yürürlüğe gireceğini hükümet biliyordu.

            Bu düzenleme ile insan öldürenler
sabotajlarla toplu ölüme sebep olanlar, gaspçılar, tecavüzcüler, PKK ve
Hizbullah üyesi tutukluların tahliye edileceklerini hükümet bildiği halde,
tedbirlerimi almadı ve sütten çıkmış ak kaşık gibi, kendini temize çıkarabilmek
için, yargıyı hedef almaktadır, suçlamaktadır. Başbakan’dan, eski Adalet
Bakanı’na T.B.M.M. Başkanı’ndan grup sözcülerine kadar, Yargıtay’a ve
Danıştay’a yüklenmektedir.

            Toplum vicdanını yaralayan, toplumun
infialine sebep olan bu yasa hükümetin eseridir. Her türlü sorumluluğu da
hükümete aittir.

            Hukuktaki sorunlar, AKP iktidara
gelmeden önce de vardı, bugün de var, fakat 8 yıllık AKP iktidarında bu
sorunlar hafiflememiş aksine artarak kangrene dönüşmüştür. Hükümet yargıyı da
ele geçirmiştir. Yasama, Yürütme, Yargı Erk’ler ayrılığı kalmamıştır.

            Yasa 07 Ekim 2004 tarihinde
yürürlüğe girdi. Yasanın geçici 2. maddesi “Adalet Bakanlığı bu kanunun
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç 2 yıl içinde bölge Adliye
Mahkemelerini (istinaf) kurar” diyor. İstinaf Mahkemeleri kuruldu mu? Hayır.
Hükümet İstinaf Mahkemelerini 6 yıldır neden kurmadı.

            Bu mahkemeler kurulsaydı Yargıtay’da
50 bin dosya birikmeyecekti. Bu dosyaların büyük bölümü istinaf mahkemelerinde
incelenecekti. Dünyada demokrasi ile idare edilen her ülkede İstinaf
Mahkemeleri vardır. Yargıtay’a gelen dosyaların bazılarında yüzlerce, binlerce
belge var, bunlar kısa zamanda nasıl incelenip, karar verilebilinir.

            Yargıtay, 25 Nisan 2008 ve 27 Ekim
2008 tarihlerinde, Adalet Bakanlığı’na başvurarak, birikmiş dosyaların
incelenmesi ve sonuçlandırılabilmesi için, acil şekilde, 3 hukuk, 3 ceza
dairesi kurulması talebinde bulunmuştur. Adalet Bakanlığı bu talepleri
karşılamamıştır. Sonra da Yargıtay suçlu oluyor.

            Yargıtay üyesi, Nihat Ömeroğlu’nun
10 Ağustos 2010 tarihinde, Star Gazetesi’nde yayınlanan makalesinde “Tutukluluk
süresi ve toplumu bekleyen tehlike” başlığı ile yazdığı makale, Adalet
Bakanlığınca dikkate alınmamıştır. Yukarıda bahsedilen tutuklular da yasa
gereği bırakılmıştır. Hukuk yasaları uygulamak zorundadır. Yasaları T.B.M.M.
çıkarır, yürütme (Hükümet) de yasaların uygulanmasını resmi daireleri vasıtası
ile sağlar.

            Davaların uzun sürmesinin temel
nedenlerinden bir tanesi de hakim ve savcı sayısının yetersizliğidir. Tahmin
edilen 3 bin üzerinde hâkim ve savcı kadrosu boş, sorun kadrosuzluk değil açık
kadroların doldurulmamasıdır.

            Davaların, uzun sürmesinin 2. nedeni
de Adli Tıptır. Adli Tıp’a yeterli sayıda eleman bulunması gerekmektedir.
Hizbullah davasının dosyaları Adli Tıp’ta 5 yıl gecikmiş, Yargıtay’a
Başsavcılığı’na Eylül 2010 tarihinde gelmiş tebliğnamesi bir ayda hazırlanarak
26 Ekim 2010 tarihinde 85 klasör ve içinde 40 bin belge Yargıtay’da incelenmeye
alınmış, fakat Adli Tıp’taki 5 yıllık süreyi suçlayan yok.

            Hükümet bu konuda Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi (AİHM) ne diyor diye inceleseydi (Pek çok da hukukçusu var)
ve AİHM içtihat kararlarını dikkate alarak T.B.M.M.’den “Haklarında mahkeme
kararı verilmiş, mahkûmiyet kararı bulunan tutuklu sanıkların temyizde geçen
bekleme süreleri tutukluluk süresi içinde sayılmaz” şeklinde bir maddelik yasa
çıkarmış olsaydı, Yargıtay’ın Hizbullah sanıklarını serbest bırakmasının önüne
geçebilirdi.

            Herhalde hükümetin düşündüğü başka
bir mesele var.

            Netice olarak, konu hangi yönden
incelenirse incelensin, kamu vicdanını yaralayan, mahkûmların salınmasında 1.
derecede suçlu hükümettir diye değerlendiriyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.