Televizyon dediğin dizisiz olmaz!

Eylül’ün gelmesiyle mübarek dizi sezonumuz da açıldı.
Geçen sezondan devam edenlerle bu sezon yeni başlayanlar merakla izlenecek. Eskiler geçen sezonun vermiş olduğu güvenle kaldıkları yerden devam ederlerken, yeniler izleyiciyi kendilerine çekip, eskilerin arasında yer bulup kalıcı olmaya çalışacaklar.
Heyecanlı başlayıp tavsayanlar olacak. Önceleri pek dikkat çekmeyip de sonradan saranlar olacak. İzleyiciyi avucunun içerisinde biraz daha tutmak için konuyu sakızdan beter hale getirip, uzattıkça uzatanlar olacak.
Uzun kış gecelerinde insanları yaşadıkları dünyalardan alıp bambaşka dünyalara götürüyor diziler.
Bazı insanlar dizi izleyenleri dudak bükerek küçümsüyor, bazıları telefonlara dahi bakmayacak kadar büyük bir bağımlılıkla ekrana kilitleniyor.
Gazetelerde de, TV haberlerinde de cinayetten, katliamdan, kandan, göz yaşından başka bir şey yok. Hele de gelen şehit haberleri insanın yüreğini nasıl da dağlıyor.
Politikacıların birbirlerine sürekli saldırmaları ve birbirlerini halka şikayet etmeleri de ilkokul çocuklarının “Örtmenim, Ahmet saçımı çektiii!” deyişinden farklı değil.
Bir de tartışma programlarında en agresif, en sözünü sakınmazların (yan gözle ekranda nasıl göründüklerine baka baka) en delici sözleri sarf etmeleri var ki, insanın tahammül sınırlarını zorlamakta.
Kanal çokluğundan kendilerine konuşacak mecra bulan bu zatları gördükçe uzaktan kumanda aleti denen icada daha bir minnetle bakıyorum…
Tabi onları izlemekten zevk alıp günlük hayatlarını bu kıvamda yaşayanlar da yok değil. Bu gerilimli ortamlardan kaçarak kendilerini dizilerin kollarına atanların karşılaştıkları da daha farklı şeyler değil.
Dizilerde de kan, gözyaşı, şiddet ve entrika var. Hepsi hayatın içinden akıp geliyor.
Bazıları masal tadında, bazıları da dram.
İzleyenler bazen kendi hayatlarından bir şeyler buluyorlar, bazen ibret alıyorlar, bazen de model… Çoğu dizinin ortak noktasıysa sinema filmi kalitesinde olması.
Teknolojinin bütün nimetlerinden yararlanılarak çekilmesine ve oyuncuların da, teknik ekibin de sağlam olmasına rağmen bazı diziler seyircinin yüreğine ulaşamayabiliyor.
Soğuk, uzak ve havada kalabiliyor.
Dizilere itibar etmeyen belgesel müptelası insanlar da doğayı ezbere almış durumda.
Herkes kendine hitap eden programı izlemek isterken evlerde kumanda kimde tartışmaları da yaşanmıyor değil.
“Tek televizyon-tek kanal” dan “tek televizyon- çok kanal” a geçince haliyle bu tartışmalar da kaçınılmaz.
Tabii bunun çözümü de “çok televizyon-çok kanal” oldu. Böylece herkes kendi odasında kendi programını izleyerek kendi dünyasına kapandı.
Bazen siz de “Televizyonsuz günlerde ne yapıyorduk acaba?” diye düşünüyor musunuz? O zamanlar evlerimizin baş tacı radyolarımız vardı değil mi?
El işlerimiz, komşu gezmelerimiz ve tatlı sohbetlerimiz vardı.
Şimdi televizyonun hayatımızdaki yeri nedir derseniz:
“Öğretmen sormuş:
-Edison elektriği bulmasaydı ne yapardık?
-Televizyonu mum ışığında izlerdik öğretmenim!”
İşte budur derim…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.