Sayın ve Bay

Sayın;
Türk Dil Kurumu sözlüğündeki anlamı saygıdeğer, saygın kişi olarak veriliyor.
Bay ise, aynı sözlükte bey anlamında. Önceleri, muhterem ve aziz tabirleri
kullanılırdı. Son zamanlarda “Sayın” aldı, yürüdü.Yerli, yersiz kullanılmaya
başlandı.

Meclis kürsüsündeki
hatip, televizyon ekranlarındaki açık oturumcu, hatta ayakkabısının ökçesine
basan kaldırım kabadayısı dahi, söze 
“Sayın” ile başlıyor, fakat hitabını aynı düzeyde sonuçlandıramıyor.

Örneğin;
televizyon kanalında bir konuşmacı “Ahmet Bey, benim eski dostumdur, kendisine
saygı ve sevgim sonsuzdur, fakat son zamanlarda sahtekârlıkları arşa çıktı.
Hangi sahtekârlığı kurcalasan, altından o çıkıyor” gibisinden ifadede
bulunuyor.

Şimdi, bu
ifadenin bir başına ve bir de sonuna bakar mısınız? Bu gibi anlatımlara TBMM
kürsüsünde ve televizyonların ne dediğinin farkında olmayan yeni yetme açık
oturum konuşmacılarında sıkça rastlıyoruz.

Geçen
akşam ki bir televizyon kanalında programa konuk olan emekli tuğgeneral;
Başbakan Erdoğan ve Cumhurbaşkanı Gül’den bahsederken  “Tayyip Bey ve Abdullah Bey” ifadelerini
kullanıyor. Program sunucusu hop oturup hop kalkıyor. “Aman efendim,
bahsettiğiniz kişilerin biri Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı diğeri ise
Cumhurbaşkanı, sayın demeniz gerekmez mi? “ uyarsında bulunuyor.

Konuşmacı
da gayet cesurca,  “Benim hitabımda bir
suç unsuru var ise; ilgili kişiler 
hakkımda dava açabilirler, size ne oluyor da bu denli tedirgin ve
buyurucu oluyorsunuz” diyor. Konuşmacı tabii ki haklı. Hitabında hakaret içeren
bir unsur yok. Fakat yaltaklanmakta yok. Program sunucusu, diğer sunucuların
bazıları gibi bilmiyorlar ki; kişiler isimlerinin veya unvanlarının önüne  “Sayın” kelimesi konulunca saygın kişi
olmuyorlar, yaptıkları işler hakka ve hukuka uygun olunca saygın kişi
oluyorlar. Ama sunucu, belli ki kulağının çekileceğinden  korkuyor.

17 Ağustos
depremi sonrasında bir valinin, bir kız öğrencinin ağzına tokat attığını
hatırlarım. Kız öğrencinin suçu, valiye 
“beyefendi” diye hitap etmesi imiş. Herhalde Osmanlı devrinde olduğu
gibi “muhterem vali bey hazretleri” denmesi gerekiyordu. Tokatın asıl sebebi bu
değilmiş, asıl sebep, valiyi zor durumda bırakacak soru sormak imiş. Böyle bir
kişiye sayın demek, ona saygınlık kazandırır mı? Ama bir modadır gidiyor “sayın
müdürüm, sayın başkanım, sayın amirim, sayın şefim ve sayın abicim” gibi.

Yıllar
önce Atatürk’ün  “Nutuk’unu” okumuştum.
Atatürk, TBMM’sindeki üyelere, devamlı “Baylar” diye hitap etmiştir. Sayın,
muhterem, aziz veya kardeşlerim diye bir hitabı hiç olmamıştır. Batıda da
erkekler için bay’ın karşılığı, kadınlar için de bayan’ın karşılığı kullanılır.
Sözüm, kraldan fazla kralcı olanlara. O 
kadar çok korkuyorsanız, programlarınıza dobra dobra konuşanları değil,
“karnından konuşanları” konuk ediniz.

İÇ SAVAŞ
VE SEVR’DE  ÖLÜM

Tarihçi Prof.
Dr. Sina Akşin’in muhteşem eseri: Osmanlı’nın Sevr’i imzalaması, Ankara
Hükümeti ve Kurtuluş hareketine karşı Osmanlı Sarayı’nın ve Sadrazam Damat
Ferit’in başlattığı iç savaş konu alınmış. Objektif bir inceleme olmuş.

Vahdettin
ve Damat Ferit’in çevirmiş olduğu entrikalar, gazeteci Refi Cevat Ulunay ile
Ali Kemal’in yaptığı yaltaklıklar; Türk kurtuluş hareketini boğmaya çalışan
grupların ayaklanmaları ve arkasındaki güçler gün ışığına serilmektedir.

Bir başka
ilginç olanı da, İngiliz’lerin, Fransız’ların, İtalyan’ların, okyanus ötesinden
ABD’nin Osmanlı Sarayı üzerindeki etkinlikleri ve emperyalist emelleri objektif
bir şekilde ortaya dökülüyor.  “Büyük
Ermenistan ve Bağımsız Kürdistan” devletlerinin teşkili için yürütülen çirkin
faaliyetler konusunda, o günden bu güne 
“sözde stratejik ortağımızın ve içlerine karışmak için can attığımız
dostlarımızın emellerinde hiçbir değişikliğin olmadığı görülmektedir. Değişim
bizim cenahta oluyor. İç ve dış politikamızı tayin ederken, “Muhterem!”
dostlarımızın ağzına bakar olduk.

Ortadoğu’da  “Emperyalist güçlerin” bitmeyen bir
rüyasıdır, Büyük Ermenistan ve Bağımsız Kürdistan Devletlerinin teşkili. Yüz
yıldır bu rüyadan uyanamadılar. Bu defa, rüyalarının gerçekleşmeye çok az
kaldığını görmeye başladılar ama nafile. Çünkü, bu YÜCE  TÜRK MİLLETİ öldü  gözü ile bakıldığı an dahi, silkelenerek
ayağa kalkmış ve kendisine pusu kuran iç ve dış düşmanları, analarının kül
döktüğü yere kadar kovalamıştır.Zaman zaman basiretsiz yöneticiler olmuştur,ama
onları aşmayı her zaman başarmıştır.

İpi
germeyin, gerilen ip koptuğunda kimlerin boynuna dolanır, hiç belli olmaz.
Neyse kısa anlatımla bir yere varılmaz. Size tavsiyem, Prof. Dr. Sina
Akşin’in  muhteşem eserini alıp okumanız
ve  emperyalist güçler ile yerli
işbirlikçilerinin entrikaları konusunda bilgi sahibi olmanızdır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.