Şanslı Masa

En son favorimiz Şanslı Masa programını izleyip de eğlenmeyen yoktur herhalde. Mizansen kamera şakalarına pek sıcak bakmamama rağmen ben de bu programda oldukça eğleniyorum. Belki de ortada danışıklı bir durum olduğu içindir
Nihayetinde teklif var ısrar yok.
Garip hallere girecek olan kişinin bu duruma rıza göstermesiyle gelişiyor her şey. O kabul etmemiş olsa hiçbirisi gerçekleşmeyecek. Ki etmeyenler de vardır.
Bu programda kim daha çok eğleniyor acaba? Kulağına her ne söylenirse papağan gibi aynısını tekrarlayıp, kılıktan kılığa, halden hale giren kişi mi; o lâfları ona söyleten iki kafadar mı, yoksa ekranları başında onların bu hallerini izleyen izleyiciler mi? Hepsi bir şekilde eğleniyorlar da, eğlenmeyen bir tek kişi var, o da bu oyundaki zat-ı kurban.
Durumdan bihaber olan, şaşkın ve sabırsız bakışlarla ne yapacağını bilemeyen kurban; eğlenmek bir yana, acaba ne zaman kalp krizi geçirecek ya da karşısındakinin boğazına ne zaman yapışacak diye bizi ekran başında gerim gerim germekte. Sabrının taştığı zamanlarda ağzından  çıkanlar bol bol ‘bip’lense de biz aslında onun o anlarda neler demiş olabileceğini gayet iyi biliyoruz.
Oyuna katılanlar işin ucunda para olmasa sırf eğlencesine böyle bir şeyi kabul ederler miydi bilmem. Tabi bu zamanda havadan gelmiş bir beşbin lira da fena para değil hani. Haliyle daha bir teşvik edici, daha bir kabul ettirici, daha bir cesaretlendirici rol oynaması çok normal
Orada oturanlardan birisi ben olsam mesela diye düşünüyoruzdur çoğumuz. Hangi tarafta olmak isterdim acaba diye soruyoruzdur kendi kendimize. Oyuncu tarafında mı, yoksa kurban tarafında mı?
Oyuncu olsam kulağıma söylenen her şeyi yapabilir miydim diyoruz? Ya da kurban bensem, karşımdaki böyle garip davranışlar göstermeye başladığında ben  ne yapardım?
Hemen oracıkta bırakıp gider miydim? Daha önce gayet normal olan yakınımın böyle garip davranmasında muhakkak ki bir neden vardır deyip ona sonuna kadar katlanır mıydım? ‘Bu bir şaka olmalı!’ diye mi düşünürdüm? Yoksa ‘Arkadaşı kaybettik!’ mi derdim? Bu işin sonu nereye varacak diye oturup izler miydim?
Her şeyin sonunda kahkahalar içerisinde ‘Bunların hepsi bir şakaydı!’ lâfını duyunca ne hissederdim? ‘Hay bin kunduz!’ mu derdim? Yoksa ‘Eyvah rezil olduk’ mu?
Saniyeler içerisinde onca zaman verdiğim tepkiler film şeridi gibi gözümün önünden geçerdi belki de. Kötü olanları ayıklamak isterdim tam da o anda. Ayıklayamayacağımı bilmenin çaresizliğinde durumu kabullenir, yaşadığım o garipliklerin hepsinin gerçek olmadığına binlerce kez şükrederek ben de işin eğlence kısmına geçerdim.
Çekilen videoyu defalarca izlemek isterdim üstelik. Verdiğim tepkileri, sabrımı ya da sabırsızlığımı görmek isterdim. Aldığı talimatlarla kendisinden istenenleri harfiyen yapan, kulağına fısıldanan saçmalıklara itiraz etmeyen oyun ortağımı da izlerdim tabii ki.
Nihayetinde kurban kendisini oynuyor ama oyuncu olan taraf olmadığı birisini oynuyor.
Onun işi çok daha zor.
****
Oyunu güncele uyarlayınca; politikacıların söylemlerindeki tutarsızlıklarını, üç gün önce dedikleriyle beş gün sonra dediklerinin birbirine ne kadar ters düştüğünü gördükçe acaba onların kulağına da böyle fısıldayanlar mı var diyor insan. O yüzden mi bir gün öyle bir gün böyle konuşuyorlar?
Bu kadar tutarsız ve ayarsız olabilmelerinin başka bir açıklaması yok sanki. Eğer hakikaten de böyleyse, fısıldayanlar ve oyunu karşıdan izleyenler oldukça iyi eğleniyorlardır. Fısıldananları yerine getirmeye çalışanın haliyse eğlenmenin ötesinde bir şey. Onca talimatı yerine getirebilmek için verdiği mücadele takdire şayan.
Oyun sırasında belki onun kulağına da ‘İki bin cepte’, ‘Üç bin tamamdır’, ‘Devam etmek istiyorsanız burnunuzu kaşıyın’ , ‘Beş bin’e ulaşmanıza az kaldı’ deniliyordur. O da kazandıklarının şevkiyle daha bir asılıyordur oyuna.
Maalesef ki gerçek hayatta kazanılanlar oyunda olduğu gibi taraflar arasında eşit paylaşılmıyor. Bu oyundaki para aktarımı da kurbandan oyuncuya doğru oluyor.
Kurbanlar yine her şeyden habersiz, yine her söylenenle kafası allak bullak olmuş, yine neye inanacağını şaşırmış, yine nasıl bir oyunun içinde olduğunu anlayamayan sokaktaki insanlar.
Oyunlar iyi güzel de; eğer ki bir oyunda oyuncuların hepsi aynı derecede eğlenmiyorlarsa, “Ben’ce” o oyun iyi bir oyun değildir…
cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.