Kindar toplum

Bugünkü yazıma geçtiğimiz günlerde ülkemizde yaşanan iki iğrenç cinayetten söz ederek başlamak istiyorum.
11 Şubat 2015 günü Mersin’in Tarsus ilçesinde bir minibüste, insanlıktan nasibini almamış bir sapık tarafından kendisine yapılmak istenen tecavüz girişimine direndiği için pırıl pırıl bir genç kızımız vahşice katledildi.
Özgecan Aslan isimli kızımızın acısı içimizde kor gibi yanarken İstanbul Kadıköy’den bir başka cinayet haberi daha geldi.
Nuh Köklü isimli gazeteci bir kardeşimiz; 17 Şubat gecesi bir sokak arasında arkadaşlarıyla kar topu oynarken, dükkanının camına kar topu gelmesi nedeniyle yine bir sapık katil tarafından hunharca bıçaklanarak öldürüldü.
Ülkede yaşayan tüm vatandaşlarımızı derinden yaraladığına inandığım bu iki menfur cinayet nedeniyle Özgecan Aslan ve Nuh Köklü kardeşlerimize Allah’tan rahmet ve ailelerine başsağlığı diliyor, katilleri şiddetle lanetliyorum.
Son olmasını dilediğimiz bu cinayetler, bir süredir toplumda nasıl bir cinnet ve nefret psikolojisi ile yaşadığımızın en açık göstergesi.
Nasıl böylesine birbirinden nefret eden, acılarda bile birleşemeyecek kadar kutuplaşarak yaşayan kindar bir toplum haline geldik bilemiyorum.
Başbakan Yardımcısının bile “%50 bize nefretle bakıyor, ülke yönetilemez duruma geldi” dediği bir toplum haline gelmek ne kadar üzücü ve ürpertici.
Ülke bu acıları yaşarken ülkeyi yönetenler TBMM çatısı altında “iç güvenlik paketi” ni görüşmek üzere yapılan oturumda kin ve nefret içeren sözlerle tekme, tokat, tokmak.. birbirlerine giriyorlar.
Muhalefet milletvekillerinden 5 tanesi yaralanıyor.
Bakıyorsun meclis revirinde kafalarında buz torbası, kollarında serum yatıyorlar.
Arkasından AKP Grup Başkanvekili “kendi kendilerini darp etmişlerdir.CHP Milletvekili Musa Çam’ın ayakları mermere takıldı öyle düştü” diye olaya açıklık getiriyor!..
HDP’li Sırrı Süreyya Önder’in olaya bakışı farklı.
Tamamıyla nefret ve tehdit içeren 4 cümlelik kısa konuşmasının sonunda, “Bizim müktesebatımızı iyi bilirsiniz, bundan böyle hiçbir vekilimize şiddet amaçlı bir kılıç mesafesinden fazla yaklaşmayın, pişman olursunuz!..” diyerek olayı özetliyor.
Ülke insanı olarak hepimizin içi yanarken, “iç güvenlik” gibi bir konuda toplanan yüce mecliste yaşanan olaylar ve sonrasında bizi temsil eden vekillerin açıklamaları içimizi daha çok acıtıyor.
“Fırat’ın kıyısındaki kurdun kaptığı kuzunun güvenliğinden bile sorumlu” olmak söylemi ne kadar güzelse “iç güvenlik yasası” nın görüşüldüğü oturumda vekillerin kendi güvenliklerinin düştüğü durum da o kadar çirkin, trajikomik!…
*****
Geçtiğimiz günlerde izlediğim PSG-Chelsea Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçı, ülke olarak nasıl bir kin ve nefret toplumu olduğumuzu gösteren bir maç oldu.
Sanıyorum bir çoğunuz maçı izlemişsinizdir.
Düşük tempoda oynanan ve 1-1 beraberlikle sonuçlanan vasat bir maç oldu.
Maçın bizim için ilginç yanı, maçı bizim hakemimiz Cüneyt Çakır’ın yönetmiş olması idi.
Cüneyt Çakır’ın yönetimi de bana göre maçın temposuna uygun, vasat idi.
Ancak, dikkatimi çeken bir noktayı anlatmak isterim.
Maçın ilk devresinde her iki takım oyuncularının birbirlerine yaptıkları; rakibi arkadan tutmalar, formasından çekmeler, tekmeler.. gibi 7-8 pozisyon oldu.
Hoca bunlara faul çaldı, ama hiç birisine kart göstermemesi dikkat çekiciydi.
Eğer bu maç bizim ülkemizde iki takım arasında oynansa idi eminim ki Cüneyt hoca bunların en az 3-4 tanesine kart gösterirdi.
Zaten o göstermese oyuncular ve hatta teknik direktörler kart göstermesi gerektiğini hocaya bir şekilde! hatırlatırlardı.
Kendisine faul yapılan oyuncu kurşun yemiş gibi ağzını bir karış açarak önce düşer, sonra yıldırım hızıyla kalkarak nefretle rakip oyuncunun boğazına sarılırdı.
Sonra diğer oyuncular tekme,tokat,küfür birbirlerine girerlerdi.
Bu arada hakem bir yandan koşarak olay yerine gelirken, bir yandan da kartını çıkartıp oyuncunun burnuna dayardı.
Hatta koşarken kartını yere düşüren hakemlerimizi gördüğümüz de olmuştur.
Ondan sonra da adına spor programı dedikleri magazin programlarında sabaha kadar karşılıklı hakaretler, bağrışmalar arasında pozisyonları onlarca defa göster.
İşte Sevgili okurlar nefret ve şiddet anlamında sporda da geldiğimiz durum maalesef bu.
Spor sahaları savaş alanı gibi.
Yaptıkları ayni işten ekmek yiyen futbol emekçilerinin ne yaptıkları işe ne de birbirlerine saygıları kalmamış.
Kulüp yöneticileri, sporcular, hakemler, taraftarlar, medya herkes birbirinden nefret eder hale gelmiş.
Ülke olarak her alanda yaşadığımız bütün bu şiddet ve nefret içeren olaylara karşın umudumuzu yitirmeden, huzurlu ve aydınlık günler için üzerimize düşenleri yapmalıyız.
Bir ozanın dediği gibi;
– Çiçeklerle hoş geçin,balı incitme gönül
– Bir küçük meyve için, dalı incitme gönül
– Başın olsa da yüksek, gözün enginde gerek
– Kibirle yürüyerek, yolu incitme gönül…
Sağlıcakla kalın…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.