KANAL + ŞEHİR = FİYASKO

AKP’nin seçim stratejisi, uzun bir süredir  merakla bekleniyordu. Bakalım AKP’nin seçim
mutfağından neler çıkacak. Partinin üst kademesi dahil, hiçbir üyenin ağzından
en ufak bir fısıltı duyulmuyor. Merak edilen konular, Genel Başkan sıfatı ile
Başbakan  RTE tarafından geniş bir salon
toplantısı ile açıklandı.

İlk toplantıda, İstanbul’a iki yeni şehir daha ilave olunacağını
ve hedeflerinin 2023 olduğunu açıklandı. Fakat, şehirlerin nasıl ve nerede
tesis olunacağı, merak konusu olsun diye muammaya büründürüldü. Asıl “çılgın
projenin” ise daha sonra açıklanacağı söylendi.

İkinci toplantıda yine, görkemli bir salonda ve sinevizyon
gösterileri eşliğinde ala ile vala ve bir mucid edası ile; daha önce muhtelif
kişilerce dile getirilmiş fakat kayda 
değer bulunmayarak unutulmuş 
“KANAL  İSTANBUL”   çılgın proje 
diye milletin gözünün içine sokulmaya çalışıldı. Karadeniz ile Marmara
Denizini birleştirecek 45 km uzunluğunda 
bir su yolu. Aslı varken, taklidinle oyalanmak AKP’nin genetik özelliği
sanırım.

Usta, kanalı yapacak, çırakları da kanal kazısından çıkacak
taş ve topraklar ile, Karadeniz’de büyük bir ada oluşturacaklar ve de adanın
üzerine büyük ölçekli hava limanı inşa edecekler. Sizin anlayacağınız,
aralarında iş bölümü dahi planlanmış. Hava limanı inşası için 776 bin
kilometrekare ülke toprağı dururken, sun’i adaya hava limanı inşa edecekler.

Muhtelif çevrelerce, bu projenin hayata geçirilmesinin ham
bir hayal olduğu ve yatırım bedelinin karşılanmasının imkânsız olduğu iddia
edilince de; “yap-işlet-devret” modeli ile de inşa edilebileceği cevabı
verilmiştir.

Ha, şimdi biraz duralım ve Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf
olduğu 20 Temmuz 1936 tarihli Mondrö 
(MONTREUX) Boğazlar Antlaşmasına 
kısaca bir göz atalım. Mezkür antlaşma, boğazlardan uluslar arası geçişi
tanzim etmektedir. Konumuz açısından en 
önemli iki maddesi.

Madde 1 Fıkra 1:Bağıtlı Yüksek Taraflar, Boğazlardan geçiş
ve gidiş-geliş (ulaşım) ilkesini kabul ederler ve doğrularlar.

Madde 6 Fıkra 2:Kılavuzluk bir durumda, zorunlu
kılınabilecek ancak ücrete tabi olmayacak.

Görülüyor ki, boğazlardan geçiş özgürlüğünü Türkiye
Cumhuriyeti kabul etmiştir. Geçiş için bir ücreti alamayacağı gibi, zorunlu
hallerde verilecek kılavuzluk hizmetleri 
dahi ücretsiz yerine getirilecek. Yani, bu demektir ki, kanal inşa
edilse dahi  boğazlardan ücretsiz ve özgürce  geçiş hakkı varken, senin kanalından ücretli
geçiş  yaparlar mı?

Hülasa, yap-işlet-devret işi bir aldatmacadır.

Gelelim İstanbul boğazının iki kuzey yakasına iki şehir
inşasına. Bakın bakalım, dünyada İstanbul’dan başka hızla büyütülen bir dünya
şehri var mı? İstanbul, şu haliyle dahi idare edilemez ve güvenliği sağlanamaz hale
gelmiştir. Medeni ülkeler, metropolleri daha fazla büyütmeyi durdurmuş,
metropollerin yüz kilometre yakınlarına minyatür şehircikler oluşturmuşlar ve
raylı sistemler ile ulaşımlarını sağlamışlardır. Hem metropollere ve hem de
minyatür şehirlere daha kaliteli hizmet 
götürmektedirler.

Hülasa; burada da amaç rant elde etmektir. İstanbul’a iki
yeni şehir ilave etmenin, reel  ekonomiye
bir katma değeri olmaz. Olsa olsa rant peşinde koşanların, devlet imkanları ile
daha da sömürecek olan yandaşlara kapı açılmasına yardımcı olur.

AKP’nin iki ham projesinden başka (bunlara da proje
denirse)  bir sunumu yoktur.

-İşsizliğe çare bulamamışlardır.

-Yoksulluk artmıştır.

-Yolsuzluklar ülke geneline şamil olmuş ve vak’ay-i
adiyeden  olmuştur.

-Tarım ve hayvancılık küçülmüş, dışarıdan tarım ürünü ve
canlı hayvan ithalatına başlanmıştır.

-Dışarıdan gelen sıcak para, yabancı sermaye gelişi olarak
lanse edilmiştir.

-Cari açık, gayrisafi milli hasılanın yüzde onuna dayanmış,
hatta aşmaktadır.

-Fert başına milli gelir dağılımı, Cumhuriyet tarihinin en
adaletsizi olmayı başarmıştır.

-2002 sonunda dünya sıralamasında üç veya beş adet olan
dolar milyarderi 2010 sonunda ise otuzsekize ulaşmıştır.

Ülkenin bu problemlerine çare bulamamış, hatta büyümelerine
sebep olmuş siyasi iktidar, bunları görmezden gelip, hayali projeler ile seçim
kampanyası yürütüyor. Başka konu bulamadıklarında ise, 2.Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü ile 9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’e saldırılmakta. Hani ringde
rakibinden ters bir yumruk yiyen boksör afallayınca rakibi yerine hakeme hücum
eder. Başbakan Erdoğan da, CHP Genel Başkanı ile MHP Genel Başkanı’na hücum
edeceği yerde Sayın Demirel ile Merhum İnönü’ye hücum ediyor.

Politikalarını anlatacağı yerde, rakip partilerin
milletvekili adaylarının bazılarını çete mensubu olduklarını iddia ediyor.
Silivri’de tutuklu bulunan kişilerin mahkeme dosyalarında tanımı hükümlü mü,
şüpheli mi? Bir gazetecinin, bir bilim insanının, ömrünün büyük bir kısmını
terörle mücadelede geçirmiş bir komutanın; hakkında kesinleşmiş yargı kararı
olmadan çetecilikle suçlanmasını aklı başında insanlar  herhalde bir değerlendirmeye tabi tutarlar
sanıyorum.

İçi boş söylemlerle seçim kampanyası yürüttüğünü zanneden
iktidar mensupları, lafı bırakıp milletin dertlerine çare aramalıdırlar.
Diyeceksiniz ki; dokuz yılda bulamayanlar ve hatta artmasına sebep olanlardan
mı bekliyorsunuz?

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.