Hoşgörüsüzleri hoş görmüyorum

Hani bir zamanlar, daha ilk yazmaya başladığım günlerde İncelikler Yüzünden diye bir yazı yazmıştım hatırlarsanız…

Hoşgörünün azalıp hanımefendiliğin, beyefendiliğin tedavülden kalkmasını anlatmıştım o yazıda dilim döndüğünce. Eski günlere özlemle dolu bir yazıydı.
O yazının üzerinden geçen yıllar hoşgörüye olan özlemimi daha da arttırdı.
Benim gibi herkes hoşgörüyü özlüyordu da; herkes hoşgörüsüzlükten bu kadar yakınıyorken, ‘Bu hoşgörüsüzler de kim?’ diye kimse merak etmiyordu.

Nereden gelmişlerdi mesela? Nasıl türemişlerdi?
Başka bir tür müydü yoksa onlar? Farklı bir gezegenin insanları mıydı? Oradan buraya mı ışınlanmışlardı?
Yoksa insanların ‘hoşgörüsüzlüğü ne kadar hoş görebileceği’ üzerine bir araştırma yapılıyordu da, pilot ülke olarak ülkemiz mi seçilmişti?
Yoksa yediğimiz-içtiğimiz her şeye bizi delirtecek bir şeyler mi karıştırılıyordu da hepimiz bu kadar gerim gerim gergindik?
Maçtan tutun düğüne, trafikten tutun cenazeye kadar her yerde bir kabalık, bir duyarsızlık, bir saygısızlık.
Hani ne ölüye ne diriye, ne hayvana ne nebata, ne canlıya ne cansıza, ne kadına ne çocuğa, ne gence, ne yaşlıya, ne emeğe, ne sevgiye, ne aşka, ne aşığa…
Örnekleri çoğaltın çoğaltabildiğiniz kadar.
İnananlar olarak yaradılanı yaradandan ötürü sevmiyor muyduk biz?
Neydi bu kadar kendinin dışında herkese saldırmak, herkesi yok etmeye çalışmak, kimseye nefes alacak ufacık bir alan dahi bırakmamak.

****
İki yıl önce bugünlere gidelim;
Gezi olayları sırasında isyan halindeydik malum. Gece gündüz neler olup bittiğini sosyal medyadan takipteydik. Zaman zaman kabımıza sığamayıp atıyorduk kendimizi sokaklara. Tencere-tava hak getire…
O günlerden bir gün, daha doğrusu bir gece FSM’deki bir yürüyüşte Starbucks önünden geçerken, Gezi olayları esnasındaki tavrı yüzünden Starbucks’a sadece alkışlarla tepki veren topluluğa karışmış, olayın önünü arkasını pek de bilmeyen 18-19 yaşlarında iki-üç delikanlı Starbucks’a yönelerek saldırmaya kalkıştılar. Önümdeydiler. Onlardan küçük boyumla önlerine geçtim bir anda. Çevremdekiler de müdahil oldular hemen.
Neyse ki bir vukuat çıkmadı. Bizi atlayıp ısrarcı olmuş olsalardı da bizim buralarda kimse onların böyle bir taşkınlık yapmasına izin vermezdi zaten.
Bıraksan cam çerçeve indirecek gibiydiler. Her hallerinden belliydi ki onlar ne Gezi ruhuna sahiptiler, ne de olaya vakıftılar. İstedikleri tek şey; birikmiş enerjilerini atacak bir mecra idi sanki.
Ben ve çevremdekiler onları hoşgörmedik.

O günlerden bugünlere dönelim;
Amasya’da selfie çeken şehzade heykeline, heykele yapılan eleştirilere ve sonrasında da heykelin telefonun parçalanmasına gelelim.
Beğenip beğenmemek, övmek ya da eleştirmek değil mevzu; kalkıp eleştirilerden gaza gelmek, aklın mantığın dışına çıkarak işi saldırganlığa vardırmak. Kısacası durumdan vazife çıkartmak…
Hal böyle olunca “Hiç mi fikir beyan edemeyeceğiz?” diye sorguluyor insan.
Hiç mi iyi-kötü bir şey söyleyemeyeceğiz?
Hiç mi eleştiremeyeceğiz?
Biz nasıl yapılan yorumları kendi içimizde değerlendirip bir fikir ortaya çıkartıyor ve gidip kimsenin boğazına çökmüyorsak, diğer insanlardan da bunu bekliyoruz.
Bir sakin ol kardeşim! Bir kendine mukayyet ol!

Amasya’daki şehzade heykelinin telefonunun kırılmasının ardından da Aşık Veysel’in sazının sapını kırmışlardı hatırlarsanız.
Malum; memlekette heykellere düşman, sanata düşman, yeniliğe düşman, her ama her şeye düşman bir güruh var ve önlerine ne gelirse yıkıyorlar. Sanki müzeleri talan eden IŞİD’cilerin yerli versiyonları yaşıyor içlerinde.
Onlara hiçbir şey söylenmeye gelmiyor. Palalar, sopalar, bıçaklar ellerinin altında hazır sanki, hemen silaha sarılıyorlar.
****
Onlardan korkuyoruz hepimiz. O yüzden sesimizi çıkartamıyoruz. Sadece kendi kendimize konuşup duruyoruz.
Nil Burak derdi ya; “Boş vere boş vere ne hale geldik” diye; ben de diyorum ki, “Hoş göre hoş göre bu hale geldik”.
Bu hoşgörüsüzlükleri kabul edip, sığındığımız köşemizde kendi kendimize şikâyet etmenin bir adım ötesine geçip ses çıkartmalıyız artık. Yaptıklarının yanlışlığını göstermeliyiz o insanlara.
Medeniyetin tüm nimetlerinden yararlandıkları kadar, medenî olmaları gerektiğini de söylemeliyiz.
Son model arabaya binip, kemer takmayan, çöpünü dışarı atan, akan trafikte çocuğunu kucağında direksiyona oturtan ve araba kullandıran insanlar var her tarafta.
Emniyet şeridine dalarak bisikletliyi altına alan sürücüler var.
Kendisini sollayan bir sürücüyü ölümüne hasım görenler var.
Ambulansa yol vermeyenler, memlekete gelen her turisti potansiyel tecavüz edilesi varlık olarak görenler var.
Açık gezen her kadının “müsait” olduğuna inanan, hiçbir kadınla aklı başında bir ilişki kuramayanlar var.
Evlenmek istemedi diye ya da boşanmak istedi diye “sevdikleri” kadını öldürenler var.
Herhangi bir kuyrukta herkes kadar beklemek varken araya kaynak yaparak öne geçmeyi marifet sayanlar var.
Bunun gibi küçük küçük kurnazlıkları büyüterek büyük büyük hak yemeler, büyük büyük can yakmalar var.
Var oğlu var, var oğlu var…
****
Toplum olarak depresyondayız kanımca. Panik atak insanlar bir yanda, manik atak insanlar öte yanda.
Nüfusun yarısından fazlası psikolojik tedavi görüyor.
Duyarsızların duyarsızlıkları duyarlıların canına okuyor.
Hoşgörünün anlamını bilmeyip her şeyi hoş gören ne ise, yine hoşgörünün anlamını bilmeyip her şeye kükreyen kişi aynı kefede tartılmalı bence.
“Eşit olmayan insanlara, eşit davranmaktan daha büyük eşitsizlik olamaz.” demiş Thomas Jefferson.
Hak etmemesine rağmen herkese aynı hoşgörüyü göstermek de böyle bir şey olmalı.
Zaman zaman yazılarıma da konu ettiğim hoşgörüsüzlüklerim var artık benim.
Gelecek tepkilerden korksam da susmuyorum, sesimi çıkartıyorum…

Bir yandan da “Ne gerek var bu itiş kakışlara?” diyorum.
Bir içten gülümsemede saklı değil mi oysa her şey?
Bir sıcak Selam’da. Bir tatlı Günaydın’da.
Yol vermekte, sıra vermekte, saygı göstermekte, sevgide, bir tatlı muhabette.
Ah bunun keyfini bilseler bir, onlar da yaşarlar mı hiç böyle haset içinde?

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.