Gülmeye hasretiz

Gülmeye hasretiz
Az gülen bir milletiz. Sokaklara, caddelere dikkatlice göz gezdirirseniz asık suratların ezici bir çoğunlukta olduğunu çıplak gözle görebilirsiniz.
Ben bunun nedenlerinin, tarihi geçmişimizden geldiğini düşünüyorum. Orta Asya’dan göçümüz durduk yerde olmadı. Geçim sıkıntısı; bizi, iki koldan göçe zorladı. Bir kol, Karadeniz’in üst tarafından Avrupa’ya ve diğer kol da, Anadolu’ya uzandı. Avrupa’ya ulaşanlar, zaman içinde Türk’lüğünü büyük oranda kaybetti. Anadolu’ya geçenler ise, Türk’lüğünü belli seviyede korumayı başardı.
Osmanlı’yı ne kadar Türk saymak gerekir? Bu ayrı bir tartışma konusudur. Saray ve çevresi Avrupa ve Arap dünyasından etkilendi. Türk Milleti ise, Anadolu’ya sıkışıp kaldı. Türkler, ancak savaşlarda hatırlandı. Türk erkekleri savaş meydanlarında ya öldü, ya da sakat kalarak memleketine dönebildi. Savaş ganimetleri saray ve çevresinde bölüşüldü. Öz be öz Türkler, yine aç ve yine sefil. Yüzü gülmeye hasret.
Sonra çöküş. Ardından Kurtuluş Savaşı ve savaşın verdiği yokluk sefalet.
29 Ekim 1923 ile 10 Kasım 1938 arası Türk’lüğün kendisine geldiği bir dönem. Ne yazık ki, saat dokuzu 5 geçe stop.
Daha sonraki yıllarda yok demokrasi geliyor, yok insan haklarına kavuşuyoruz, yok efendim kalkınıyoruz teranelerinin sonundaki manzara ortada…
Bir bez parçasının etrafında koparılan kıyamet. Derken, küresel ekonomik kriz.
Bu ülke insanı, yapmış olduğu yanlış seçimler neticesinde her dönem yokluğun ve yolsuzluğun acısını fazlasıyla çekmiştir. Küresel ekonomik kriz korkusu, tuzu kuruları da telaşın içine sürüklemiş; tedbir paketleri hazırlanmasını talep ediyorlar.
Tedbir paketi dedikleri de, ek maddi imkanların kendilerine sunulması. Ek maddi imkanlar nasıl yaratılacak? Nasıl olacak? Fakir fukaranın, garip gurabanın sırtındaki yükün biraz daha ağırlaştırılması ile.
Hani bir söz vardır. Kış demiş ki, “Çıktım geldim dağlara selam söyle ağılara.” Fakirlere bir diyeceğin yok mu? sorusuna ise, “Fukaralara kendim geleceğim” demiş. Yani, küresel ekonomik krizin selamı varsıllara, kendisi ise yoksullara geliyor.
İşte bu milletin yüzü gülmeye hasret. Güldürmek için, yapay bir sürü faaliyetler sunuluyor. Kendilerini komedyen sınıfına dahil zanneden kişiler türedi. Sağdan soldan apardıkları abuk sabuk ve bir kısmı da ahlaki değerleri erozyona uğratan safsatalar ile toplumu güldürmeye çalışıyorlar. Medya da, bu sığ filmleri haber programlarında abartılı şekilde topluma lanse ediyor.
Güldürü ustası Erol Günaydın, yapılanlara isyan etmek sorunda kaldı. Komedyenlerin, günlük olayları ve gaf yapan siyasileri niçin hicvedemediklerini soruyor.
“Bir attan düşme, bir hamdolsun bize bir şey olmaz ve ekonomik kriz bizi teğet geçer” komedyenlere bir yıllık malzeme çıkarır. Birden çok mizah kitabına konu olur. Fakat tıs yok. Yapamazlar, çünkü reklam gelirleri azalır.
“Fakir fukara, garip guraba” güleceği ümidiyle elindeki üç beş kuruşu da bunlara kaptırıyor.
Birileri hakikaten gülüyor, büyük çoğunluk da güldüğünü sanıyor.
Sinema salonlarından çıkışta, suratlar yine asık. Üstelik ceplerdeki paraların bir kısmı da eksik. E… zorlama ile gülme ancak bu kadar olabilir. İyi günler ve gülebilenler için iyi gülmeler.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.