Doluşun doluşun

“Kemeri kafanıza takmayın, yerine takın” diyerek araç içinde kemer takmanın önemine dikkat çekmeye çalışırken, bir aracın 80 km/s ile hızla duvara çarpması sonucunda can kaybı olabileceğini söylüyoruz aslında.
O anlarda neler mi oluyor araçta, buyrun:
Çarpışmadan 26 milisaniye sonra ön tamponlar araca gömülür. Araç kendi ağırlığının 30 katı kadar bir kuvvetle frenlenir. Sürücü ve yolcular kemer ile bağlı değiller ise 80 km sürat ile araç içinde harekete devam ederler.
* 39 milisaniye sonra sürücü koltuğuyla beraber 15 cm öne doğru fırlamıştır.
* 44 milisaniye sonra sürücü göğüs kafesiyle direksiyona çarpar.
* 50 milisaniye sonra araç ve içindekiler üzerinde etkiyen yavaşlatıcı kuvvet 80 G’ye ulaşır (yani kendi ağırlıklarının 80 katı büyüklükte bir kuvvet üzerlerinde etkir)
* 68 milisaniye sonra sürücü 9 TONLUK bir kuvvetle gösterge paneline çarpar.
* 92 milisaniye sonra sürücü yanındaki yolcuyla beraber aynı anda kafasını ön cama çarpar, yolcu bu çarpmayla kafasına ölümcül bir darbe alarak camdan dışarıya fırlar.
* 100 milisaniye sonra direksiyon tarafından tutulan sürücü tekrar aracın içine düşer.
* 110 milisaniye sonra araç yavaşça geriye çekilmeye baslar.
* 113 milisaniye sonra sürücünün arkasında oturan yolcu sürücü seviyesine yükselir ve kafasıyla sert bir darbe yapar aynı anda kendisi de ölümcül bir darbe almıştır.
* 150 milisaniye sonra tekrar sessizlik egemen olur cam, çelik, plastik parçaları yere düşer.
* 200 milisaniyeden daha kısa bir süre içerisinde her şey biter.
Ortaya çıkan enerji inanılmazdır. 80 km/s hız 1 ton ağırlığındaki bir otomobili 30 metre yukarıya fırlatabilir.
Kısacası, araçta sadece bir kişinin kemer takıyor olması kâfi değildir. Her yolcu ayrı ayrı kemer takmalıdır. Yoksa boşta olan kişi bir diğerinin katili olabilir…
Peki ya açık kasalarda “Allah emanet” yolculuk eden insanlar en ufak bir çarpışmada neyle karşılaşır? Allah onları korur mu?
Sıcağı görünce patlayan mısırlar gibi yollara saçılırlar değil mi? (Ki bu konuyla ilgili pek çok video internet ortamında mevcut.)
Yolcular o hızla yola düşerken kimisi arkadan gelen araçların altında kalır, kimisi kasasında yolculuk yaptığı aracın altında.
O savrulmayla havalandıktan sonra yere düşerek zemine çarpandan ne hayır gelir zaten…
Ölen oracıkta ölür. Ölenlere çok üzülünür.
Peki ya yaralılar?
“Yaralı” kavramı epey geniş bir kavram malum.
Ne kadar yaralı mesela? Ölmeyip sağ kaldığına isyan edecek kadar mı?
****
70’li yılların Türk filmlerinden hatırlarsınız; mahallelinin günübirlik mesire alanı ya da deniz kıyısına gidesi gelir hafta sonları. Bıçkın şoförü olan bir kamyonun kasasına cümbür cemaat doluşurlar. Gün evvelsinden hazırlanmış yemekler, darbukalar, ipler, toplar. Vur patlasın çal oynasın tam gün eğlenir dönerler.
Araya aşklar karışır, araya kavgalar…
Bunlar işin eğlenceli tarafı.
Sadece o mu; beş kişilik bir araca 8-10 kişi biner, balık istifi yapılan bu yolculuktan haz alırlar.
‘Steyşın vagon’ arabaların arkasında yolculuk yapan çocukları da unutmayın.
Ve köyden köye kamyon kasasında düğüne giden vatandaşları da…
Bir de tarım işçilerinin traktör römorklarında yaptıkları yolculuk var ki; pek çoğunun sonu hüsran.
Hani “İş Güvenliği” deyip duruyoruz ya, her alanda olduğu gibi tarım alanında da “güvenlik” yok…
“Doluşun bakalım” diyerek römorklara doldurulan insanlar tarlalara saçılıyor, gün sonunda yine kasalara doluşturulup geri taşınıyor. Taşınan karpuz mu, marul mu, insan mı, kimse aldırmıyor…
****
2015’in Ocak ayında “Mevsimlik Tarım İşçileri” konulu bir fotoğraf sergisi açan Teberik Kölgeli’nin sergisinin ardından kaleme aldığım yazı üzerine bu konulara yoğunlaşmış bir kooperatif ulaşmıştı bana.
Belki siz duymuşsunuzdur isimlerini bir yerlerde. Ben daha önce duymamıştım.
Kalkınma Atölyesi mevsimlik tarım işçilerinin gelmişi, geçmişi ve geleceği ile alakalı o kadar büyük araştırmalar yapmış, sağlam verilerle donatılmış öyle güzel yayınlar yayınlamış ki, hayran kalmamak elde değil.
Yayınlarından bir kolaj yaparak yolladılar bana da.
“Mevsimlik Gezici Tarım İşlerinde Çocuk İşçiliği”nden “Sosyal Kalkınma”ya ve ilk kez duyduğum ZİNGAL’e kadar geniş bir yelpazede epey kapsamlı çalışma ürünü kitaplar hepsi.
Çıkan sonuçları haritalara dökmüşler. Her bir kentin profilini çıkartarak hepsi için ayrı bir kitapçık hazırlamışlar. Üstelik bu yayınları İngilizce olarak da yayınlamışlar.
İnsan Kaynakları ve İş Güvenliği üzerine çalışmalar yapan ve Mevsimlik Tarım İşçileri’nin çalışma şartlarının iyileştirilmesi üzerine proje hazırlayan arkadaşım için bulunmaz bir kaynak olan bu kitaplar, içindeki bilgiler ile kendisine yol gösteriyor.
Bu proje, çalışma şartlarından barınma şartlarına, sosyal hizmetlerden sağlık hizmetlerine kadar çalışanları dört bir koldan sarıp sarmalayacak, çoluk çocuk hepsinin insanca yaşamalarını sağlayacak bir proje.
İş, bu projeyi ilgili kuruma kabul ettirebilmek…
****

İş Güvenliği Meclisi de iş yerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerinin alınmasını ve taşeronlaştırma başta olmak üzere her türlü güvencesiz çalıştırmanın yasaklanmasını istiyor.
Son 10 yıl dikkate alındığında bu yılın Mayıs ayı sonuna kadar tüm iş kazalarında ölen işçilerin sayısı kayıtlara 13 bin 569 olarak geçmiş.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın incelediği 1 yılda gerçekleşen kazalarda, işçilerden yüzde 47,9’u yaralanmış, yüzde 45,7’si yaşamını yitirmiş, yüzde 6,4’ü ise uzuv kaybına uğramış.
Yalnızca Mayıs ayında trafik/servis kazası nedeniyle 48 kişinin yaşamını yitirdiği kayda alınmış. Son olarak Manisa’da yaşanan kazayla birlikte bu sayı 63’e yükselmiş oldu.
Ki kazada ölen o kadınlar kilosu 1,5 liraya asma yaprağı toplamak için yola çıkmışlar. Bir kadının günde en fazla 6 kilogram yaprak toplayabileceğini düşünürsek, bu da günlük 9 lira eder. Görüldüğü üzre tarımdaki işsizlik insanları günde 9 liraya çalışmaya mahkûm ediyor.
Mayıs ayında iş kazalarında 12 kadın, 149 erkeğin yaşamını yitirdiği kayıtlara geçmiş.
2015 yılında tarım iş kolunda yaşamını yitiren işçi sayısı ise 190 olmuş.
Rakamlar maalesef ki böyle…
****
Tarım ekonomisinde dünyada 7. sırada olduğu iddia edilen Türkiye’nin ‘insan’ sorununu çözememesi,
“Nasıl bir geri kalmışlıktır bu?” diye sorgulatmıyor mu size de?
“Niye diğer memleketlerdeki çalışma şartları örnek alınmıyor?” dedirtmiyor mu?
“Niçin bu konularda yetkin kişilerle işbirliğine gidilmiyor?” dedirtmiyor mu?
“Neden yasa koyucular bu konuya hiç eğilmiyorlar?” dedirtmiyor mu?
“Köklü bir çözüm için daha kaç kişinin ölmesi gerek?” dedirtmiyor mu?
“İtibar sarayda yaşamakla değil, halkını insanca yaşatmakla ölçülür.” dedirtmiyor mu?Dedirtiyor ve bu gidişatı hep birlikte kınıyoruz değil mi?
Hep kınıyoruz.
İyi kınıyoruz.
Güzel kınıyoruz.
Çok güzel kınıyoruz.
Hatta şiddetle kınıyoruz.Elimizden gelen budur.
Yoksa gelip meclisi mi basalım?
Yasaları biz mi çıkartalım?
Vekil seçtik ya yerimize,
Daha başka ne yapalım?

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.