Dalyan ve Tersane
Gözlem-Gezi-Araştırma: İbrahim BURSALI – Hasan ÇAMOĞLU
Dalyan ve Tersane ile ilgili geçmişten bir sayfa
Küresel ısınmanın ve sulak alanların yoğun biçimde gündeme geldiği şu günlerde 2001 Şubat ayında Dalyan (Yeniköy) ile ilgili yaptığımız gezi ve inceleme yazısı önemini koruduğundan bir kez daha yayımlamayı uygun gördük. Sözü edilen tarihte Uludağ Üniversitesi Araştırma Görevlisi Gökhan Çamoğlu ile yaptığımız gezide Dalyan gibi sulak alanların ne denli önemli olduğunu vurgulamış, geleceğe dönük önerilerde bulunmuştuk. İbrahim Bursalı’nın sorularını içtenlikle yanıtlayan Gökhan Çamoğlu geleceğe dönük önerilerde kalmayıp bazı öngörülerini de anlatmıştı. Öngörülerin bugün gerçekleşmekte olduğunu ne acıdır ki hepimiz görüyoruz. O tarihte Dalyan’da yaşayan canlı türlerinin sayısı giderek azalmış hatta kimi türler tamamen yok olmuştur. Yılan balıklarının yok olduğu gibi. Bilim adamlarının uyarılarını ciddiye almadığımız sürece dünya bir gün altımızdan kayacaktır. Ve ne acıdır ki insanoğlu Nuh’un gemisiyle kurtulma şansını bir daha bulamayacaktır. Dalyanda Bir Gün Şubat ayında bademlerin çiçek açtığı günlerdi. ADD üyesi genç bir mühendis konuğum olmuştu. Hani adettir, konuşmaya başlarken havadan sudan söz ederiz; ben de öyle yaptım: -Gökhan Çamoğlu; ne var, ne yok anlat bakalım. Havalar da pek güzel. Gerçi bu mevsimde böyle havalar pek hayra alâmet değil ya! Tebessümle yüzüme baktı ve: – İbrahim abi, doğa bizden tatlı tatlı intikam alıyor. Aslında bu güzel havaların sonu kuraklıktır, kıtlıktır. Konuyu biraz açması için sordum: – Güzel havalar bir felaketin habercisi mi yoksa? Yanıtladı: – Biraz da öyle oluyor. Mevsimler giderek değişiyor, dünya ısınıyor. Nedeni de sera etkisi. Uzun dalga boylu ışınlar kirli gazların yoğunlaştığı tabakada tutuluyor, soğuruluyor. Oysa tutulmaması gerekir. Ültraviyole (Kısa dalga boyu) ışınlar da soğurulması gerekirken Ozon tabakasının incelmesi nedeniyle doğrudan yerküreye iniyor. İşte bunların sonucu dünya giderek ısınıyor. Buzulların erimesi, sel baskınları, kuraklıklar, bazı canlı türlerinin yok olması bizi bekleyen tehlikelerdir. İrkildim, insanlık kendi sonunu kendisi hazırlıyor demek. – Gökhan, var mısın bu gün şöyle bir Boğaz (Yeniköy) gezintisi, yapalım ve gördüklerimizi fotoğraflayıp belgeleyelim. Önerimi kabul etti. Bozuk ve dar asfaltta arabamız kırk yaparken nihayet Akçasusurluk Köyü’ne geldik. 5 yıl önce ADD’nin diktiği çamlar, gümrahlaşmış, solumuzdaki yamaçlar yeşile boyanmıştı. Tam yüreğimiz ferahlamışken, az ötede birden Kocadere göründü. Yine hüzünlendik. Bu noktada Nilüfer, Kocadere’ye karışıyordu. Buraya değin göreceli olarak canlılığını koruyan nehir Nilüfer’le birlikte bir ölü suya dönmüştü. Yoğun bir griliğin içinde yer yer kırmızılı, morlu madeni çizgiler, söğüt diplerinde kirli deterjan köpükleri yeni yüzüydü Kocadere’nin. Kilometremizi açtık. 9 km’lik bu ölü su, iki yakası yemyeşil vadiye hiç yakışmıyordu. Boğazköy’de aramıza bir kişi daha, katılıyor. Boğazköy’ü Kalkındırma Kooperatifi üyesi Hamza Bülbül, Boğazköylüler Karacabey’in Bergamalıları… Eskiye dayalı mücadeleleri. Yirmi yıldır kum çeteleriyle uğraşıyorlar. Ve de önemli kazanımlar sağlamışlar. İlkin köy sınırları içinde kalan 460’dönümlük araziyi Cengiz Gökçek’ten kurtarmışlar, şimdi de bu alanı su baskınlarından kurtarmak için çalışıyorlar. Tokat sapağına girer girmez setlerin üzerinde işçileri görüyoruz. Traktörlerin biri geliyor, biri gidiyor. Hamza Bey anlatıyor; – Bizim bu yakada iki dalyan var. Poyraz Köy Dalyanını biz işletiyoruz. Cengiz Bey’den de diğerini istiyoruz. Dalyan’ı daha iyi korumak, üretime açmak ve burada çalışan balıkçılara ekmek kapısı sağlamak için istiyoruz. Bozuk kır yolunun sonunda nihayet Dalyan’a ulaşıyoruz. Karşımızda birkaç balıkçı, yanlarına yaklaşıyoruz. Ürkek bakışlarla bize bakıyorlar. Amacımızı anlatıyoruz; rahatlıyorlar, kara kuru olanla konuşuyoruz. Yılların balıkçısı Kadir usta anlatıyor, biz dinliyoruz. – Ben olmasam; bu balıklar şu su yoluna iner, gider nehre. Ve çok geçmeden de ölüleri çıkar su yüzüne. Batak balığı bildiğimiz yılan balıkları bile bu kirliliğe dayanamaz. Sonra biniyoruz küçük tekneye ve suyolundan Dalyan’a doğru yol alıyoruz. Ve şimdi şaşıp kalıyoruz. Sazlıkların arasında bir balık cümbüşü. Yüzlerce binlerce kefal adeta uçuşuyor. Bir birlerini çiğniyorlar, kamışları eğiyorlar kaçarken. Dalyan’a varıncaya kadar sürer gider bu cümbüş. Ve Dalyan’a giriyoruz. Tertemiz berrak bir su. Hiçbir kıpırtı dalga yok. Motorumuzun, sesleri ile keyifleri bozulan ördekler, sakarmekeler, birer birer havalanıyor Karadağ’ın yeşilliklerine doğru. Az önümüzde sazlıklardan bir set. Soruyoruz Kadir Ustaya; – Bu set deniz ile gölü birbirinden ayırır. Mart, Nisan aylarında seti kaldırıyoruz. Bu aylar balıkların yumurtlama zamanıdır. Balık avlanma yasağını biz koyuyoruz, önce bu yasağa biz uyuyoruz. Kefalden başka hangi balıklar var. Yanıtlıyor: – Her çeşit balık var. Burası tuzlu su balıkları ile tatlı su balıklarının buluşma yeridir. Yılanbalığı, kefal, levrek, sazan, turna hepsi var. Ancak bazıları giderek azalıyor. Örneğin; neredeyse yılan balığı kalmadı. Kaldı ki bu balıklar göçmen balıklardır. Kefaller Rusya’ya, yılan balıkları da Meksika’ya kadar gider. Gökhan’a sordum: – Niçin bu balıkların soyları giderek tükeniyor? Yanıtlıyor: -Birincisi, gemilerin, yıllardır çektiği kumlar nedeniyle buranın ekolojik yapısının, bozulması. İkincisi ise Kocadere’nin kirliliği. Önlem alınmaz ise sanırım Karacabey’in incisi Dalyan anılarda kalacaktır. Aynı tehlike Uluabat Gölü için de geçerlidir. Yakın bir gelecekte gölün çevresindeki alanlarda pancar domates yerine kuru tarıma geçilirse şaşmayalım. Gökhan’a sormaya devam ediyorum. – Bu gidişi durduramaz mıyız? -Elbette durdurabiliriz. Evrensel anlamda örneğin kirli gazların üretiminin durdurulması, nükleer atıkların saklanması gibi önlemlerin yanında bölgesel önlemler olarak da şunlar yapılabilir: Türkiye, önce çevre korumasındaki yerini Uganda ve Mısır’ın üzerine çıkarmalıdır. Bunun yanında daha da önemlisi suyun nasıl kullanacağını gösteren TOPRAKSU’nun yeniden kurulmasıdır. Türkiye uzmanlardan yararlanmasını bilmelidir. Gökhan’a, teşekkür ediyor ve bir başka gezide buluşmak üzere vedalaşıyoruz. Telefonla görüşlerini aldığımız Ege Ziraat Fakültesi doktora öğrencisi Gökhan Çamoğlu son gelişmelere ilişkin şunları söyledi. “Dalyan civarına yapılacak tersane ile yitirdiğimiz sulak alanlara bir yenisi eklenmekle kalmayacak, sahilin haritası da değişecektir. Kulu Gölü, Sultan Sazlığı, Seyfe Gölü ve daha saymakla bitiremediğimiz nice sulak alanlardan sonra sıranın Dalyan’a gelmesi, bölgeyi tanıyan biri olarak beni son derece üzmektedir. Ve acıdır ki, çok geçmeyecek sazlıklarımızı, bataklıklarımızı çok arayacağız”.