Bugün kutlayacaksınız, ya yarın?

Bugün “8 Mart Dünya Kadınlar Günü.
Kutlayacak mıyız yine?
Ya da neyi kutlayacağız? Mesela Son 7 ayda 246 kadının öte tarafa “yollanmasını” mı?
‘7 ayda 246 kadın cinayeti’ cümlesi sonunda herkesi darmadağın etti bıraktı.
Okur-yazar-çizer her kim varsa isyanlarda. Daha önce de bu cinayetler tartışılırdı ama sanki bu kez bir başka.
İyi oldu da birisi bu rakamı yüzümüze tokat gibi indirdi, şöyle bir silkelendik. Bu cümlenin telaffuzunun üzerinden henüz bir ay geçmedi, yedi ay bitip sekizinci ay dolmadı, yani zaman sayacı numarayı devşirmedi ama öldürülen kadın sayısının sayacı durmaksızın dönüyor. Belki de 250’yi buldu. Belki de geçti.
Tepesinin attığı her anda, hemen oracıkta bir kadını katledebiliyor hale geldi insanlar.
Kardeşi de olsa, evladı da olsa, karısı da olsa fark etmiyor. Fiziksel üstünlüğünü kullanıp hakkından geliveriyor.
Biz çocukken böyle şeyler bilmezdik, duymazdık. Bizim köyümüzde de kasabamızda da böyle şeyler yaşanmazdı. Erkek çocuklara biraz daha özel davranılsa da kızlar asla aşağılanmazdı. Bir kez bile böyle bir şey ihsas ettirilmeden büyüdük.
Büyüdükçe de okuduğumuz kitaplarda, izlediğimiz filmlerde Töre’yi gördük, Berdel’i gördük. Başlık Parası’nı az da olsa duyardık da diğerlerinden bihaberdik.
Meğer bizim bilmediğimiz ellerde kadınlar mal misâli alınır satılırmış. Meğer onlar ailelerinin geçim kaynağıymış. Para karşılığı evlendirilen kızın başına evlenmezden önce bir hâl gelirse o kız artık  ‘bozuk’ mal olacağından satıcısının elinde kalan, bundan sonra artık boşu boşuna beslenmemesi gereken, bir an önce ortadan kaldırılması vacip olan bir fazlalıkmış.
Hani Kurban Bayramı’nda satılması için davar yetiştirilir ya, meğer o kızlar da aynen öyle satılmak için yetiştirilirlermiş.
Madem oralarda yaşayan herkes bunu bilir, o zaman bile bile niçin çevresindeki kadınların başına böyle bir ‘hâl’ getirebilir. Kendi nefsine yenik düşmenin bedelini bir kadının hayatıyla ödemesine nasıl razı gelebilir.
Can yakanın can korkusu olmadığı için belki de. Nasılsa bu durumda hesabı ödeyecek olan kendisi değildir. Hesap kesilir, ‘bozuk’ mal bir şekilde ortadan kaldırılır, her şey örtbas edilir. Kimse bilmez, kimse görmez, duymaz, konuşmaz.
Peki oralarda töre var da, buralarda ne var?
Değişen hayat şartları neticesinde kadının da dışarıya adım atmasıyla güç dengeleri sarsılan hayatlar mı var? Hakim olmaya alışmış erkeğin el mahkûm kaybettiği bu hakimiyetinin yarattığı arada kalmışlık mı var? Hem eşinin çalışmasına muhtaç, hem de bunu hazmedemeyen; hem akıllı ve güzel kadın isteyen, hem de eskiden kalma kodlanmış bilgileri ile bunu hazmedemeyen erkekler mi var?
Ellerine güç geçen kadınların anneleri gibi ezilmemek adına ezmeyi tercih eden, hükmedici ve baskın tutumları mı var?
İlla ki eşlerden birisinin ezen diğerinin de ezilen olması gerekiyormuş gibi bir düzen kurulmuş sanki. Hayatı paylaşırken yan yana yürüyebilmek çok mu zor?
Birbirlerinin rızasıyla ve hoşgörüsüyle zaman zaman bir adım geride durmak, zaman zaman bir adım öne çıkmak çok mu zor?
Geride kalmayı zayıflık, öne çıkmayı da güçlülük olarak gördüğümüz sürece elbette ki çok zor.
Artık bu cinayetler çok yakınımızda. Üniversitede okuyan gencecik kızımızda, hayatını idame ettirebilmek için çalışan kadınımızda, şehrimizde, mahallemizde, hâttâ belki komşumuzda.
Bir can yetiştirmenin ne demek olduğunu bilmeyen, insanî vasıflardan uzak, merhametsiz ve kontrolsüz insanların sebep olduğu, nedenleri sudan ucuz cinayetler hepsi de.
Bizi korumak için yaptıklarını söylerler bir de. Babalar, ağabeyler, eşler hep bizim namusumuzun bekçileridir. Biz kendimizi koruyamayız ya, onlara muhtacızdır.
Peki bizi kimlerden korumak isterler? Meçhul yaratıklardan mı? Yoo, sadece kendileri gibi erkeklerden. Bilirler ki hiçbirisi masum değildir.
Bir de; yanlarındaki kadına yapılan her davranışı kendilerine yapılmış gibi algıladıklarından, sadece kendi egolarını korumak adına bu kadar agresifleşirler. Kadını korumak dedikleri tam da budur işte. Kadının gördüğü zarar zerre kadar umurlarında değildir. Yoksa koruyoruz dedikleri kadınlara en büyük zararları kendileri vermezlerdi.
Biz her zaman klişe bir şekilde Avrupalı kadınlardan önce seçme ve seçilme hakkına kavuşmamızla gurur duyarız değil mi? Duyarız da; evden çıkıp sandığa gitmezden evvel kocasının istediği partiye oy vermesi için Kuran’a el bastırılan kadınları görmezden geliriz.
Hayatın her alanında ayaklarına dolanan kadınları oyunun dışına itmek için cinselliklerine ve özel hayatlarına olmadık iftiralar atan erkeklerimize en büyük alkışı yine biz kadınlar tutarız.
Hiç aklınıza gelmez mi; anne karnına düştüğümüz anda hangi cinsiyette olmak istediğimiz bize mi soruldu diye. Kimler erkek olmak istedi? Ya da kimler dişi?
Ne cinsiyetimiz soruldu ne de hangi bedende yaşayacağımız.
Hem biz kimiz ki yaratanın gücüne ve tercihine karşı geliyoruz? Biz kimiz ki oğlan doğurmaktan övünüp kız doğurmaktan utanıyoruz?
Sadece DİŞİ doğduğumuz için yerin dibine gömmeyin bizi. Ya da sadece ERKEK olduğunuz için üstün olduğunuzu düşünmeyin.

En önemlisi de; hayatın içinde saygın bir biçimde var olabilmek için bizi erkekleşmek zorunda bırakmayın.

Erkek erkeğe sohbetler güzeldir de, kadınların olmadığı erkek erkeğe bir dünyada da yaşamak istemezdiniz herhalde değil mi?

cananekncylmz@gmail.com'

Canan Ekinci Yılmaz

1 Nisan 1963 Karacabey doğumlu. Karacabey Lisesi mezunu. 5 Ekim 2010 itibariyle yazar.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.