Bir Yiğit daha gitti, kimin umurunda?

            Şehit
Bahadır Tayfur İlköğretim Okulu 6. sınıf öğrencisi Yiğit Kaygusuz’u tanıyor
musunuz?

            12
yaşında, cıvıl cıvıl, hayat doluydu. Yaşamın baharındaydı. Koşuyor,
koşturuyordu, arkadaşlarıyla oyun oynuyor, şakalaşıyordu.

            Okula
gidiyor, derslerini yaparak büyümeye çalışıyordu.

            Her
öğrenci gibi O’nun da birçok hayalleri vardı. Kim bilir? Okuyup büyük adam
olmak istiyordu. Öğretmen, doktor, avukat, polis, askerlik gibi meslekleri
düşünüyordu belki de.

            Belki de
iş adamlığı vardı aklında.

            Gel gör ki
Canbalı, Yiğit Kaygusuz’u kopardı aldı aramızdan. Tüm rüyalarını söndürdü.
Tertemiz çocuksu gülüşüyle yuttu O’nu.

            Anasının
kuzusunu, babasının yiğidini Canbalı’nın azgın suları söktü götürdü.

            Unut
bakalım unutabilirsen!

            Kuşkusuz
Tanrı O’nu cennetine aldı. Nur içinde yatsın. Ailesinin başı sağ olsun diyorum,
ancak irdelemeden edemiyorum.

            Geçen
hafta Canbalı Deresi’nde yüzerken boğulup yaşamını yitiren talihsiz Yiğit, tam
da öğretmenlerin yeşertmeye çalıştığı yaştaydı. Öğrenmeyi öğreniyordu henüz.
Toprağın suya, başağın güneşe hasret çektiği gibi öğrenmeyi…

            Eğitilmek
ve öğrenmek için gidiyordu okula…

            Canbalı’nın
acımasız, Canbalı’nın katil olduğunu nerden bilsin?

            Bilseydi
gider miydi dereye?

            Nedir
bunun adı? Kader deyip geçiştirebilir miyiz?

            Çarpık
eğitim sisteminin hiç mi suçu yok? Yiğit’lere gerçekler öğretilse, daha iyi
eğitim verilse, yaşamla ölüm arasındaki incecik çizgi üzerinde riske girilir
miydi? Sorumluluk bilinci sağlıklı geliştirilse, Canbalı’nın her yıl üç-beş can
aldığı görülmez miydi?

            Bal gibi
görülürdü! O zaman eğitimciliğin de anlamı olurdu.

            Boş
zamanlarını olumlu yönde değerlendirme alışkanlığı kazandırılsaydı, duygularına
egemen olma iradesi geliştirilseydi, birçok öğrenci gibi belki de Yiğit de okul
bahçesinde oynamayı yeğlerdi. (Peşkeşlenmemiş yeşil alan kaldıysa) Kim bilir?
kitap sevgisi yeşertilseydi şu anda evinde okuyor olurdu.

            Kimseyi
suçlamıyorum. Ancak çarpık eğitim sistemine “Evetçi” bakanlar şapkalarını önüne
koyup iyi düşünmelidir!

            Yiğit’in
dereye neden gittiğinin derinliğinde “Nemelazımcılık” anlayışı yatmıyorsa,
eğitimdeki yetersizliğin sorgulanması gerekir.

            Bir değil,
üç değil, beş değil, bu kaçıncı Yiğit’tir gidiyor Canbalı’da!

            Belediyeler
ne için vardır? “Olimpik Yüzme Havuzu” diye bol bol reklam yapılan yer,
fotoğraf çektirmek için mi kuruldu? Burasının yüzme ücreti 20 TL. değil de, 2
TL. olsaydı da çekicilik kazandırılsaydı, acaba Yiğit yine Canbalı’ya gider
miydi?

            Çok değil,
dört beş ay önce “Şehit Bahadır’ın oyun bahçesi çocukların geleceğinden
çalınırken bu okulda okuyan çocukların vay haline” diye yazmıştım. Kimseden ses
çıkmamıştı. İşte tehlike bu sessizliktedir.

            Öğrencilerin
özgüven kazandığı ve sorumluluk duyguları gelişirken büyüdüğü okul
bahçelerindeki oyun alanları talan edilirken “İdare-i maslahatçılığı” yeğleyen
yöneticilerin hiç mi günahı yok?

            Üstüne
üstlük, talanın yanlışlığını söyleyenlere hoşgörüyle yaklaşılmasının
öğretilmesi gerekirken, körpecik beyinlere “Yuh” çekme şırıngalanması doğru
mudur? Eğitimcilik bu mudur?

            İnsanın
kanını donduran yanlış öğretiler, çocuklarımızı nereye taşıyor hiç düşündünüz
mü?

            Tehlike;
çocuklarımızın neyi tercih edeceklerinin, boş zamanlarında ne
yapabileceklerinin iyi algılanamamasıdır. Öngörüsüzlüktür!

            Yiğit’in
ölümünden etkilenmemek elde değil. Öğretmenleri de çok üzülmüştür kuşkusuz.

            Bu neyi
değiştirir. Yiğit geri gelir mi?

            Ateşin
düştüğü yeri yaktığını görebiliyor muyuz? Bunu yüreğimizde hissedebiliyor
muyuz? Buna göre duruş sergileyebiliyor muyuz?

            Yiğitlerin
düşmesi ancak o zaman azalabilir!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.