Bilmişliğini sevsinler

Türkiye belirsizlik ortamına doğru koşar adım ilerliyor. Gün geçmiyor ki aykırı görüşler ortaya atılmasın. Odak ise hiç değişmiyor. İrtica, irtica ve yine irtica.
İçinde bulunduğumuz yıl sanki 2008 değil de 1908 yılı. Bir tek 31 Mart ayaklanması eksik. Bazıları ise onun da ayak seslerinin duyulduğunu ima ediyor.
1908’deki taraflarda merd-i merdanelik vardı, 2008’dekilerin bir kısmında ise takiyye mevcut. Bence tek fark bu.
Dinci basının köşe başlarına çöreklenmiş bir kısım yazarlar, “Ortam dinlemesi ve ortam izlemesi” .konusunda oldukça uzmanlaşmışlar. Kim kimi ziyaret etti. Kim kiminle nerede ve nasıl buluştu ve neler konuştu. Çok meraklılar. Köşelerinde uluorta dedikodu pazarlıyorlar. Aslı astarı olamayan olayları, sanki gerçekmiş gibi irdeliyorlar. Bu arada kızdıkları ve hoşlanmadıkları kurum ve kurum çalışanlarına da en ağır hareketleri yağdırmaktan geri kalmıyorlar.
Akılları sıra, irticanın önüne set geren laik kurum ve kuruluşları yıpratacaklar. Boşuna debeleniyorlar. Bunu 1923 yılından bu yana yapmaktalar, yeni değil.
Yüce Atatürk, Kurtuluş Savaşında sadece işgal güçleri ile çarpışmadı. İşgal güçlerinin yanında gericilerle, komünistlerle, saltanat sahipleri ve de ufak tefek etnik guruplarla da savaştı.
Zafere kadar Atatürk ile birlikte olan Rauf Orbay, Refet Bele ve Kazım Karabekir; Cumhuriyet konusunda Atatürk ile tezada düşmüşlerdir.Saltanatın ıslah edilerek yeniden ihya edilmesi taraftarıydılar.
Osmanlı İmparatorluğu devam edecek, Hanedandan birisi yine Padişah olacak. Kısacası, din devleti devam edecek.
Komünizmin mümessilleri ise, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ekseninde komünizm rejimine esas bir devletin kurulmasını istiyorlardı.
Türklüğün içine sonradan girmiş bazı ufak tefek etnik gruplarda kendilerine bazı ayrıcalıklar talep etmek istediler yeni kurulacak devlet yapısı içinde.
İleriyi gören ve Türk Milletinin bekasını kendisine düstur edinmiş olan Atatürk, bu isteklerin tamamını hiç düşünmeden elinin tersiyle bir kıyıya itmiştir.
29 Ekim 1923’te Türk Ulusu’nun yönünü çağdaş medeniyete döndüren, ilim ve irfanı kendisine misyon edinmiş Cumhuriyet ilan edilmiştir.
İşte o günden, bugüne laik cumhuriyetin önüne zaman zaman; irticai faaliyetler çıkadurmuştur. Her defasında da, bir kıyıya itilmişlerdir.
Şimdi iki kız çocuğu çıkmış, nereden ve nasıl edindikleri belli olmayan kinlerini kusmaya çalışıyorlar. Başlarında simge türünden türbanları.
Atatürk’ü sevmiyorlarmış, Humeyni’yi seviyorlarmış. Humeyni’nin İran’da kurduğu rejim sorulunca da, rejimi destekle-miyorlarmış ama yine de Humeyni’yi seviyorlarmış.
Nene Hatun’u Erzurum’dan, Maraş’a iskan ediyorlar, İngilizlerle Fransızları birbirine karıştırıyorlar. Kurtuluş Savaşı’nın türbandan çıktığını sanıyorlar. Ülkeyi Atatürk’ün değil Sütçü İmam’ın kurtardığını düşlüyorlar.
İngiliz mandasında daha özgür olabileceklerini söylüyorlar. Pakistan’a ve en yakınımızdaki Irak’a bakmayı akıllarına dahi getiremiyorlar.
Cehaleti görüyor musunuz? İleriye sürdükleri görüşlerin tamamı saçma. Bilerek veya bilmeyerek gerçekleri saptırma gayretindeler.
İşte bunları gördükçe, Atatürk’e duyduğum saygı ve sevgi bir kat daha artıyor.
Yüce Atatürk, Türk Ulusu’nu sadece işgalci emperyalizmden değil, bu tür belalardan da kurtarmıştır.
Zaten Atatürk’ün de bu türlerin sevgi ve saygısına hiç ihtiyacı yok.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.