“Ben Devletim..! Soyarım” (3)

“Ben Devletim..! Soyarım” başlıklı yazıları 3 bölüm halinde yayınlamayı planlamıştım. Üçüncü yazıda hemen her Türk vatandaşının karşılaştığı, ancak artık umursamadığı soygunlarla tamamlayacaktım.
Önceki gün olağanüstü olarak toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yaşananlar bana yazacak bir şey bırakmadı. TBMM’de yaşananlardan sonra artık ülkemizde suç kavramı alt üst olmuştur. Bundan böyle mahkemelerde hırsızlık, rüşvet, çete oluşturma gibi suçlardan insanları yargılamanın, bu suçlardan hüküm giyenleri cezaevlerinde yatırmanın bir anlamı kalmamıştır.
TBMM’nin bundan sonra alması gereken ilk karar gerekçe bulmaksızın cezaevlerinin boşaltılması olmalıdır.
Devlet elbette soyut bir kavramdır. Bir kişide somutlaşamasa bile “devlet” denildiğinde akla gelen ve ete kemiğe bürünmüş insanlar vardır. Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar, valiler, savcılar, emniyet müdürleri devletin simgeleridir. Bu kişilerin suç işleme özgürlüğü yoktur. Dahası bu kişiler toplum için örnek yurttaşlar olmalıdır.
Cumhurbaşkanının “kayıp trilyon davası” sanığı, Başbakan’ın “Akbil yolsuzluğu ve nitelikli dolandırıcılık” sanığı, tam 4 bakanının rüşvet, zimmet ve çete suçlarından istifa etmek zorunda kaldığı, valisinin vatandaşına “gavat” dediği, emniyet müdürünün ülkenin itibarlı insanlarını hapse tıkmak için sahte delil oluşturduğu, savcılarının avanta tatil yapıp inkar ettiği bir ülkede hiç kimse açlıktan ekmek çalan, yiyemediği için baklava çalan, kredi kartı borcu için banka soymaya kalkan yurttaşları suçlayamaz.
Milyonlarca doları rüşvet olarak alıp ayakkabı kutularında saklayan bakan eskilerinin fezlekelerinin TBMM’de okunmasının bile “devlet sırrı” gerekçesiyle engellendiği bir ülkede “suç” kavramı nitelik değiştirmiştir.
Gerektiğinde kapalı oturumlar yaparak devletin güvenlik konularını görüşebilen TBMM AKP’li bakanların suç dosyalarını öğrenebilecek kadar “özgür” değildir. Bu ülkede devletin kozmik odalarına bile girilebilmekte, ülkenin savunma planları, sivil savunma planları içinde görev alanların adları, adresleri, telefon numaraları, iddianame adı altında yayınlanabilmekte iken bakan eskilerinin yediği rüşvetleri belgeleyen fezlekenin TBMM’de okunamaması kara mizah ile açıklanamayacak bir kaos ortamını işaret eder.
Suç kavramının ortadan kalktığı ya da nitelik değiştirdiği yönetim biçimlerinin genel adı “anarşi”dir.
Ne yazık ki ülkemizde 45 yıldır anarşi sözcüğü tepe taklak edilerek anlam değiştirdi. Özgürlüklerin kullanılmasına anarşi adı verilirken, özgürlük isteyenler yıllarca “anarşist” olarak damgalandı.
Darbe dönemlerinde üniversite kapılarında nöbete gönderilen erler önümüzü keserek şaşkın gözlerle “anarşikmin len?” sorusunu yöneltirlerdi. Nasıl bir şey olduğunu asla öğrenemedikleri bir “anarşisti” yakalayarak “kahraman” olmak için yanıp tutuşurlardı. Oysa o dönemlerde de Lokheed rüşvet skandalının kahramanları, dünyanın en zengin generali denen adamlar devleti tensil ederlerdi. Hiçbir zaman hesap vermediler. Onlar yerine gencecik fidanlar idam sehpalarına gönderildi. Kimilerini asabilmek için yaşını büyüttüler.
Gerçek anarşinin bu olduğunu hiçbir zaman sorgulayamadık ve anlayamadık.
İş bulamamış, eğitim alamamış gençlerin bir hayal ile dağlara çıkartılıp yakalananların ömür boyu taşıyacakları terörist suçlaması ile damgalandığı bu ülkede terörist başı ikamet ettiği İmralı’daki makamında haftalık kabullerini yapar, Nevruz kutlaması konuşması bütün TV kanallarında yayınlanırken, zaman zaman yat gezilerine çıkartılırken, terör örgütünün ikinci adamının Genelkurmay Başkanını mahkum ettirmek için önce gizli ardından açık tanık yapılırken sağlıklı bir “suç” kavramı olamaz.
Böyle bir ortamda bazıları devlet adına, bazıları devlet sopası sallayarak, bazıları da kendi adına soygun yaparsa şaşmamak gerekir.
Soymak serbest. Yeter ki az çalmayın…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.