Başaramazsınız
Ulusların egemenlik haklarının, bir başkaları tarafından tartışılmasına tahammülleri yoktur. Tam egemen bir ülke;
Kanun yaparken…
Vergi tarh ederken…
Para basarken…
Askeri savunma planları yaparken…
Sınırlarını korurken ve suçluları yargılarken…
Hiçbir devlet, hiçbir devletten, hiçbir kurumdan ve kurumları temsilen hiç kimseden görüş veya talimat almaz. Alırsa, bağımsızlığına gölge düşer. Uluslar arası platformda yara alır. Onuru incinir.
İşte Türk Ulusu’nun büyük çoğunluğu tam bağımsızlık özlemi çekmektedir. Yetmiş üç milyonun içinde sayıları çok az birey dışında diğerlerinin gönlü yaralıdır tam bağımsızlık konusunda.
Biliyorsunuz Osmanlı İmparatorluğu, çeşitli uluslardan oluşmuş, ana unsur ise Türk’lükten “İslam Ümmetçiliğine” kaydırılmış idi.
Kanuni Sultan Süleyman tarafından Fransızlara verilen kapitülasyonlar ile ekonomik bağımsızlığına müdahalelere varan neticelere gelinmiştir.
Birinci Adülmecit döneminde ekonomik bağımlılığı yanında, siyasi bağımlılık devri başlatılmıştır. Uzun yıllar Londra’da sefirlik yapan Enderun devşirmesi Mustafa Reşit Paşa’nın eline İngilizler tarafından dikta ettirilmiş ve adına “Gülhane Hatt-ı Hümayunu” adı verilen utanç belgesi; Sultan Abdülmecit’e imzalattırılmış ve Gülhane Parkında “Osmanlı Ümmetine” büyük bir sükse ile okunmuştur.
Bu utanç belgesi ile Osmanlı, Batılı devletlere taahhütlerde bulunuyordu. Osmanlı sınırları içerisinde bulunan Balkan Milletlerine muhtariyet tanıyordu. Bu ödünler, Cumhuriyete kadar artarak süre gelmiştir.
29 Ekim 1923 tarihinde “Ulus Devlet” temeline dayalı Cumhuriyet kuruldu. 1946 yılına kadar Türk Ulusu’nun başı, bulutlara değecek kadar dik durdu. Değişen dünya düzenine ayak uydurmak üzere, bir takım ittifaklara üye olundu. Üyeliğin ardından, bağışlar, yardımlar, krediler ile yeni baştan bir egemenlik zedelenmesi içine girildi.
Avrupa Birliği sevdası ise işin üzerine tüy dikti. AB ile yatılır, AB ile kalkılır olundu. Türkiye Cumhuriyeti’nin üç ayağı vardı. Yasama, Yürütme ve Yargı. AKP döneminde üç ayak neredeyse dumura uğramış, AB tek ayak durumuna gelmiştir.
AB’nin son müdahaleleri ise, tahammül sınırlarını zorlamaya başlamıştır. AKP hakkında Anayasa Mahkemesinde görülmekte olan kapatma davasına AB Yetkilileri Olli Rehn, Jose Manuel Barroso, Joost Lagendjik neredeyse cüppe giyip savunmaya gelecekler.
Diğer taraftan ABD’nin eski Ankara Büyükelçilikleri, müdahale sınırlarını aşıp, tehdide varan söylemlerde bulunuyorlar.
Bugüne kadar her istediklerini yaptırdıkları ve bundan sonra da yaptıracaklarından emin oldukları AKP’nin kapatılmaması için son gaz ekonomik bağımsızlığını büyük ölçüde kaybetmiş Türk Ulusu’nun üzerine gelmektedirler.
Her ne kadar iyi yönetilmiyorsa da, ortada bir devlet vardır. Ve o devletin kurumları vardır. Anayasa Mahkemesi de, bu devletin en yüksek mahkemesidir.
Devletin temel değerlerini ortadan kaldırmaya yeltenmiş olduğu iddiası ile bir parti hakkında mezkür mahkemede bir dava açılmıştır. Anayasa hükümlerince, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bu iddiaları görüşülüp, değerlendirilecektir. Yerinde bulunursa, parti kapatılacak, bulunmaz ise beraat kararı verilecektir.
Pekiyi size ne oluyor? Niçin hop oturup hop kalkıyorsunuz? Bu telaşınız nedir?
Ulu Atatürk, Ülkemize gelen İngiliz Kralı ile Çankaya’da yemek yiyor ve yemekten sonra kahve ikramı yapılacak. Kahve siparişleri veriliyor. Bir müddet sonra kahveleri getiren görevli sendeliyor ve kahvelerin köpükleri tabakların içine dökülüyor. Bunun üzerine Atatürk, İngiliz Kralına dönüyor ve “İşte Ekselans, ben bu millete çalışmayı öğrettim, savaşmayı öğrettim, savaş meydanlarında ölmeyi öğrettim ama bir şeyi öğretemedim. Uşak olmayı” diyor.
Beyhude çabalamayınız. Bu milleti uşak yapamazsınız. 1918’de yapamadınız, 2008’de de yapamayacaksınız. Ülkeyi yönetenlere bazı talimatlarınızı yaptırabilirsiniz, fakat bu millet o yöneticileri aşmasını başarır. Ki tarihte aşmasını başarmıştır.