ASGD nasıl doğdu?

Ortalık toz duman.

Çarpık bir yapılaşmanın içinde gözlerini açan ASGD, öncelikle numaracı cumhuriyetçilerin tekelindeki medya gücüyle oluşturulan antidemokratik yönetmeliklerin kıskacından nasıl kurtulacağını düşünmek zorunda kaldı.

İleri demokratların (!) ileri demokrasi yutturmacalarına karşı direne direne palazlanan ASGD dinamikleri bu günlere nasıl geldi?

TSYD’nin silah olarak kullandığı İstanbul medyasının yaşam damarlarına oksijen pompalayan Anadolu’daki sahipsiz spor gazetecilerine ikinci sınıf insan gözüyle bakılmasını içine sindiremeyen ASGD’nin dünyaya nasıl merhaba dediğine bakalım biraz.

İsterseniz, önce ASGD tohumlarının nasıl atıldığına dönelim birkaç dakikalığına.

Yıl 1989. Bursa Olay Gazetesi’nde çalışıyorum. Aynı gazetede birlikte çalıştığımız İsmail Öztat ve Erol Bilenser’le beraber Galatasaray’ın Almanya’daki Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek final karşılaşmasını izlemek için görevlendirildim.

ASGD henüz doğmamıştı.

Togay Bayatlı’nın genel başkanlığını yaptığı TSYD’ye 10 gün önceden akreditemizi yaptırdık. Tuttuk Almanya’nın yolunu.

Maç Köln’deydi. Birkaç gün önceden gitmiştik.

Hiç unutmam; “Kara Ses” denilen Cemalettin Kaplan, Türkiye Cumhuriyeti savcılarınca arandığı için kaçtığı Köln’de yaşıyordu.

Düştüm Kara Ses’in peşine. Kısa bir söyleşi yapabilmek için günlerce kovaladım. 15.03.1989 tarihinde ancak randevu alabildim. Tam da Galatasaray-Monaco maçının oynanacağı gündü. İşimi bitirir bitirmez karşılaşmanın oynanacağı Müngersdorfer Stadı’nın önünde aldım soluğu.

Maçın başlamasına 40 dakika vardı. İsmail Öztat ile Erol Bilenser heyecan içinde atladılar üzerime: “Nerede kaldın? Sana davetiye kalmamış. İçeriye giremeyeceksin. Şimdi ne olacak?” diye yüklendiler.

Önce şaka yaptıklarını düşündüm. TSYD yöneticileri girdi araya, söylenenlerin doğruluğunu onaylarken, iki davetiye kaldığını, onların da sahipli olduğunu dillendirdi.

Tepemden aşağı kaynar sular döküldü, dünyam karardı sanki.

Beş dakika sonra kapılar kapanacaktı. TSYD yöneticileri bıyık altından sırıtarak, İstanbul’dan gelecek iki ayrıcalıklı gazeteci için davetiye saklamaya çalışıyor.

Zamanla yarışıyordum, tartışacak durumum yoktu.

Aklıma ilk gelenleri sıraladım. İki davetiye kaldığına inanmadığımı söyledim. Akıllım sazan gibi atladı ve elini cebine atarak çıkardığı davetiyeleri gösterirken ok gibi fırladım. Kaptım davetiyeleri, birini geri attım ve kem-küm seslerine aldırış etmeden daldım stada.

Buz gibi hava esti. Karşılaşma boyunca süren gerginlik Türkiye’ye dönüşümüzde daha da büyüdü. TSYD’nin faşizanca baskıları artarken, yeni arayışları da beraberinde getirdi.

Kıvılcımlar ateş olmaya çalışıyordu içimde.

İki üç ay geçmedi ki İsmail Öztat, Erol Bilenser ve İbrahim Erdoğan TSYD üyeliğinden uzaklaştırıldı.

Köln’de çakmaya başlayan şimşekler, Öztat, Bilenser ve Erdoğan’ın durduk yerde TSYD’den uzaklaştırılmasıyla isyana dönüştü.

Demokrasiden, demokratlıktan ve insan haklarından söz ederken mangalda kül bırakmayanlar bardağı iyice taşırmıştı. Kendilerinden başkasını “Ötekileştirdikçe-ötekileştiriyor”du.

Kafamda şimşekler çakıyordu.

Neden ASGD olmasın?

Gazeteciliğin en ağır işçisi konumundaki Anadolu’da karın tokluğuna koşuşturan meslektaşlarımız hala neden sömürülsün? Neden kendi örgütünü oluşturmasın? Neden özgür olmasın?

Düşündüklerimi ilk önce, Olay’ın o tarihte Yazı İşleri Müdürlüğü görevini yürüten İbrahim Erdoğan’a açtım. Gözlerinin içi gülümsedi. Hiç düşünmeden, “Neden olmasın” dedi ve yüreğini koydu ortaya. Geriye derneğin kurulmasında istenen isim sayısının oluşturulması kaldı. Para yoktu, pul yoktu. Olay’ın teknolojisinden yararlanmamız gerekiyordu. Konuyu Erdoğan’la birlikte Genel Yayın Yönetmeni Erol Bilenser’e aktardık ve kolları sıvadık. Gördük ki cefakar spor gazetecilerinin yüzde 99’u TSYD’ye tepkili.

TSYD’nin padişahlık anlayışı Türkiye’nin her yöresinde aynı.

Anadolu’daki meslektaşlarımız, itilmişliğin, haksızlığa uğramışlığın sarmalında kördüğüm olmuş. TSYD’den yılgın mı yılgın. Umutsuz mu umutsuz.

ASGD, toprağın suya, başağın güneşe hasreti içinde karşılandı. Kısa sürede umut oldu.

Başlangıçta, elbetteki doğum sancıları yaşandı. TSYD’nin dayatmaları karşısında kaderine boyun eğmiş durumdaki süreçler ve uygulama yanlışlarından kaynaklanan ekonomik krizler elbetteki “Ölü mü doğuyoruz” dedirtti.

Ancak ASGD’ye durmak yakışmazdı.

ASGD, yedi yıl önce İbrahim Erdoğan’ın genel başkanlığa seçilmesiyle atağa kalktı. Durağanlık bitti, yükseliş dönemi başladı. İbrahim Erdoğan, yardımcısı Yılmaz Karaca ile omuz omuza vererek sürdürdüğü koşusuyla ASGD’ye altın çağını yaşattı.

55 ilde örgütlenildi. Üye sayısı binin üzerine çıktı. Bu arada ASGD’nin tüm borçları sıfırlanırken, kasası doldu ve kredisi tavan yaptı. Saygın ve prestijli bir kurum oldu.

En önemlisi ise yedi yıldır sürdürdüğü hukuk mücadelesinin tümünden haklı çıktı. TSYD’nin GSGM ile TPFF’nu da yanına alarak defalarca çıkardığı antidemokratik yönetmelik engellerinin tümünü tarihin tozlu raflarına kaldırdı. Spor alanlarına girişlerdeki akreditasyon sıkıntılarına son verdi.

ASGD, anayasadan gelen eşitlik haklarını söke söke geri aldı.

ASGD, gerçek anlamda ASGD oldu. İç dinamikleriyle çok güzel bir rüzgar yakalayan ASGD’nin önü adamakıllı açıldı.  Ve artık üyelerinin yüzü gülüyor. Çocuk 20 yaşında. Tam da delikanlı çağında.

İyi ki doğdun ASGD, iyi ki varsın. Ne mutlu ASGD’liyim deyene!

 

 

İBRAHİM BURSALI

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.